Senin de Bir Günün Varmış Öğretmenim
Geçmişine, hatıralarına, toplumsal değerlerine bağlı bir milletiz. Onları yaşatmayı, hatırlamayı ve hatırlatmayı, geleceğe taşımayı bir vefa olarak biliriz. Bu nedenle senenin her ayında mutlaka bir hafta ve birkaç gün isimlendirilmiştir, bir şeyleri anmak ve anlam katmak için. Kimisi sevinç ve mutluluğu, kimisi hüzün ve kederi, kimisi de milli gururu ifade eder. Paylaşırız hep birlikte, bize ne anlam kattığını hissederek. Bir zamanlar kimilerinin ninnileriyle, kimilerinin şefkat dolu dokunuşuyla, kimilerinin unutulmaz emeğiyle, kimilerinin de acılarıyla büyümüşüzdür, hepimiz de derin izler bırakarak.
İşte sana da takvim de bir yer ayırmışlar, tarih düşerek öğretmenim. O gün seni anmak için şiirler yazılmış, en edebi sözler söylenmiş, emeğin övülüp, elin öpülmüş. Sizlerden bazıları çoğu zaman, yaşam kalitesinin yükseltilmemesinden, bazıları da yeterince saygı görememekten şikâyet etmişti. Fakat senin derdin bambaşkaydı öğretmenim. Yıllarca hep susturuldun konuşamadın. Konuşsan da dinletemedin. Çünkü çok zor şeyler istiyordun be öğretmenim. Öyle ki, senin derdin çok büyüktü ve çocukluk yıllarında başlamıştı. İlkokul beşinci sınıfta yaşadıklarını unutamadın değil mi? İşte o gün almıştın farkına varmadan, daha çok üzüleceğin günlerin adeta haberini. Hani klasik birkaç soru vardı. Öğretmenlerimiz mutlaka sorarlardı. Ne olmak istiyorsun ve hangi okula gitmek istiyorsun diye. Sana da sorulmuştu bir gün, yılsonu yaklaşırken. Öğretmenini çok seviyordun ve onun yaptığı bu güzel işi yapmak istiyordun. Gururla cevap vermiştin, öğretmen olacağım diye. Ama ikinci cevabını beğenmemişti, hatırladın değil mi, öğretmenim? İmam-Hatip okuluna gideceğim demiştin de, az önce sana tebessüm eden öğretmeninin yüzü değişmiş ve alaycı bir ifadeyle,Ölü yıkayıcısı mı olacaksın? Demişti. Hep birlikte gülmüştü de tüm arkadaşların da, neden güldüklerini anlamadan öylece bakakalmıştın. Sahi ne demek istemişti, bu sözle öğretmenin. İmam-hatip okulundan mezun olanlar ölü yıkayıcısı mı oluyordu? Ama sana daha önce hiç böyle bir şey söylenmemişti. Oysa baban ne kadar da çok istiyordu, orada okumanı. Onu üzmemiş ve bu okula gitmiştin, arkadaşlarının bir kısmının aşağılayıcı sözlerine aldırmadan.
Lise yılların siyasi sarsıntıların en yoğun olduğu bir dönemde geçmişti. Her gün gencecik insanların annelerinin yürek yakan feryatları, babalarının titreyen elleriyle toprağa verdiği bir zaman da okumuştun. Sokaklar güvensiz, aileler korku içinde evlatlarını okula gönderiyorlardı. Birileri bu ülkeyi parçalamak için uğraşırken, sen bütünleştirmeyi, birileri bu ülkenin değerlerin yok etmeye çalışırken, sen bunların nasıl korunacağını öğreniyordun. Senin okulunda her kes huzurluydu ve burada okumak için sınavla öğrenci alınıyordu hatırladın değil mi Öğretmenim? Ve bir gün zorla başörtüleri çıkarılan, gözü yaşlı kız öğrencileri görünce, ikinci defa yıkılmıştın. Yıllar önce sana arkadaşların gülerken, şimdi hep birlikte gözyaşlarınızı saklıyordunuz, çaresizliğin verdiği acıyla. Bütün bunlar da bundan sonra olacakların sanki habercisiydi. Öyle de olmuştu. Yıllarca neler yaşamadın ki, Öğretmenim.
Üniversite yılların da, sınıftan atılan, okuldan uzaklaştırılan kız öğrencilerin dramını, koridorlarda başı kapalı öğrenci arayan hocaları görerek okumuştun öğretmenim. İlahiyat fakültesinde bunları da yaşamıştın, tıpkı İmam-hatip lisesinde yaşadığın gibi. Sizler kız öğrencilerden biraz daha şanslıydınız ve okuyabildiniz. Çünkü kimliğimizi gizleyebiliyordunuz, fakat onların çoğu gizleyemedi. Gözü yaşlı birçoğu evine döndü, hangi suçtan kovulduklarını, aileleri de anlamadı değil mi öğretmenim? Bir sonbahar ayının soğuk bir günün de zeytin toplarken, atama yazın gelmişti de ne çok sevinmiştin. Bundan sonra çok sevdiğin öğretmenliğe başlayacaktın. Ankara"ya gitmiştin, büyük bir heyecanla. Daha ilk günlerde heyecanın, umutların kırılmak istenmişti, çok fazla zaman geçmeden. İlkokul, lise, üniversite derken, öğretmenliğinde de, pek bir şeyin değişmediğini görmüştün, Öğretmenim.
Anlattığın dersin küçümsendi. Haftalık ders saati yetersizdi, ders zili hep konuşmanın ortasında çaldı. Namazı öğrettin namaz kılacak yer bulamadın. Cuma namazını öğrettin, Cuma saatine bilerek ders kondu. Gümüş yüzüğüne bakıp tavır aldılar. Ezanın sesinden rahatsız olduğunu söyleyenler oldu. Pantolonun ütü izine bile baktılar. Eşinin başörtüsüne kafayı taktılar. Çocuğunun gireceği imtihana senden dolayı şerh koydular, neden be öğretmenim. Güney Doğu da en zor şartlarda görev yapan sendin. Birçok meslektaşın oraya gitmemek ya da oradan ayrılmak için sayısız kapı çalarken, sen gönüllü gitmiştin. Arkadaşların şehit edilirken, eşinle her gün helalleşerek evinden ayrılıyordun. Dağa çıkmış ağabeylerin kardeşlerine, dinini, vatanını sevsin, ülkesine sahip çıksın diye eğitim verdin. Senin gibi birçok arkadaşının eşlerinin ruh ve beden sağlığı bozuldu. Ama ülkem, vatanım, milletim diyerek bir gün olsun yılmadın, kendini yine de anlatamadın öğretmenim.
Sen bunları hak etmesen de, şikâyette bulunmasan da, artık bunları yaşayanların sayısı azalsa da, hala korkuların var, öğretmenim. Kendin için değil, bu ülkenin mağdur edilen tüm insanları için, kaygıların bitsin istiyorsun, biliyorum. Sen bu ülkenin garipleri değil, sahipleri olarak yaşamak istiyorsun. Bütün yaşadıklarının bundan sonra bir daha yaşanmayacağına inanmak istiyorsun. Çünkü sen hep inandığın için bu günlere kavuştun. Durma, devam et, bir gün gelecek sana vaat ettiği günler Hakk"ın. Belki yarın, belki de yarından yakın. Asım"ın nesli senin ellerinde şekilleneceğine inanıyorsun, bu sana yeter öğretmenim.
Tüm öğretmenlerimizin ve ailelerinin gününü kutluyorum.