Biz Ne Zaman Kaybetmeye Başladık
Cahiliye denmişti o dönemin adına. İnsanlar putlarla Allah’a yaklaşacaklarına inandıkları için, şirk temelli bir din anlayışı oluşturmuşlardı. Gücün adı servet, evlat sayısı, makam ve Kabilecilikti. Mal ve can güvenliği olmadığından kimsesizlerin malları yağmalanıyor, pazar yerlerinde insanlar alınıp satılıyor, kadınlar bir orta malı gibi kullanılıyordu.
Bu kaos ortamında bir çağrı yankılanmıştı Ebu Kubays Dağı’ndan. İnsanca yaşamı özleyenlerin, özgürlüğe hasret kalanların, diri diri kuma gömülen kız çocuklarının ve tüm mazlumların kurtuluş sedasıydı bu. Bütün insanlık için yeni bir başlangıçtı bu çağrı. Çok geçmeden cevabını buldu temiz gönüllerde.
Asla vazgeçmediler. Ne vücutlarının ateşte dağlanması, ne kızgın kumlar ve kavurucu güneş altındaki işkenceler onları imanlarından bir an olsun tereddüt ettirmedi. Öylesine baskı altına alınmışlardı ki bir vadide üç yıl her şeyden tecrit edildiler. Çocukların açlıktan sesleri yürekleri dağlarken, günlerce bir lokma yiyeceğe hasret kaldılar. En ufak sorgulama geçmedi zihinlerinden. Dönmediler, yeter artık demediler. Birbirlerini asla terk etmediler. Çünkü onların adı Müslüman, davaları İslam, önderleri Hz. peygamber ve hayat kılavuzları Kuran’dı.
Sonra hicretle imtihan olundular, adları muhacir oldu. Sevdiklerinden paylaşmakla, karşılıksız fedakârlık etmekle imtihan olundular adları Ensar oldu. Öyle bir sevgiyle kaynaştılar ki, birbirleriyle kardeş oldular. Birlikte düşmanlarıyla savaştılar bunun adı da cihad oldu. Allah için canlarını feda ettiler makamları şehadet oldu. Yahudileri Medine’den, Müşrikleri Mekke den temizlediler zaferlerinin adı fetih oldu.
Allah resulüne öylesine alışmışlardı ki, ölüm akıllarına hiç gelmemişti. Ama bir gün, aynı sofrayı paylaştıkları, bazen açlıktan karınlarına taş bağladıkları, dizinin dibinde sohbetine alıştıkları, kimsesizlerin kimsesi, bütün ashabın sevgilisi onları bırakıp, özlediği Rabbi’ne emanetini teslim etmişti. Herkesi üzen bu kayıp, pek çok kayıplarında başlangıcı oldu bundan sonra.
Daha toprağa emanet edilmeden peygamber, başlamıştı iktidarlık tartışmaları. Bazılarının niyeti sahipsiz kalmasındı İslam devleti, bazıları da istiyorduki kendilerinden olsun peygamberin halifesi. Cennetle müjdelenseler de bazıları, melek değil insandı onlarda neticede. Sağduyulu insanlar ara girmiş, sağlamışlardı ilk zamanlar birlik ve beraberliği.
Başta vahdetin sağlanmasında etkili olmuştu Hz. Ebu Bekir’in gayret ve samimiyeti. Zirve de oldukları bir dönemde sarsmıştı herkesi Hz. Ömer’in şahadeti. Devlet büyümüş, iktidarın sınırları genişlemiş, peygamber zamanının yoksulları devlette yönetici olmaya başlamış, iktidar nimetleri pek çok insanı etkisi altına almaya başlamıştı.
Halife Hz. Osman zamanında tutuşturulmaya başlamıştı fitne ateşi. Yavaştan bozulmaya başlamıştı artık ümmetin vahdeti. İsyancılar kapısına kadar gelmişti peygamber damadının. Müslüman kanı dökülmesin diye haddini bildirmediği isyancılar ne yazık ki, şehit etmişlerdi çift nur sahibi merhamet abidesini. Kanı akıtılmıştı Kuran üzerine, birbirlerine kanı haram olanlar tarafından.
Artık kaybetmenin önü açılmıştı bir kere. Sevgiyi, merhameti, kardeşliği kaybetmeye başlayınca Müslümanlar, vahdeti de kaybetmeye başlamışlardı. Kardeşlik dolu gönüller ayrışmaya, hizipleşmeye ve nefretleşmeye doğru körükleniyordu gizliden ve açıktan.
Önce peygamber eşi ile damadı karşılaşıyordu savaş meydanında “onlar gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız yolunuzu bulursunuz” diye peygamberimizin tanımladığı ashabı birbirlerine kılıç çekmeye başlamıştı, yılların biriktirdiği husumetle. Binlerce can düşmüştü toprağa, fitnecilerin derin tuzak ve oyunlarıyla.
Cemel Vakası’ndan bir müddet sonra Sıffin de yine binlerce can feda edilmişti birilerinin bitmek bilmeyen hırsları yüzünden. Ümmetin içine öyle bir fitne ateşi yakılmıştı ki, asırlar geçti hep körükle geldiler alevi sönmesin diye. Gruplar, hizipler ve mezhepler türedi alfabede harf bırakmadılar adlarını tanımlamak için. Önce kabilecilik anlayışı hâkim oldu devlete, sonra hükmetme mücadelesi başladı bütün ümmete.
Hep kaybettik liderlerimizi, önderlerimizi, sevgimizi, beraberliğimizi, değerlerimizi, hoyratça feda ettik her birini kendi hesaplarımız adına. “İki Müslüman birbirine kılıç çekerse öldürende öldürülende cehenneme gider” buyururken yüce peygamber, kendimizce hep haklı sebepler ürettik, ölen öldürülmeyi hak etmişti diyerek.
İyice dünyevileştik. Hırslarımız aklımızı örtmeye başladı. Önderlerimiz yarıştırmaya, İyi Müslümanlığı bizden başkasına yakıştırmamaya başladık. Tüm enerjimizi birbirimizde harcamaya, bizden olmayanları kolayca dışlamaya, farklı düşünenleri horlamaya, peygamber döneminden başlayarak hesaplaşmaya odaklandık. Öylesine ayrıştık ki, acıları ve kinleri hep taze tuttuk. Hep bir tarafı tuttuk, diğer tarafı suçladık.
Netice olarak, bundan sonra toparlanma zamanı geldi artık. Bunun için geçmişten dersler çıkarıp geleceğe dair güzel şeyler konuşmaya başlamalı bir an önce. Eğer böyle olmayacaksa, yılın son gününde Mekke’nin fethini kutlamanın anlamı, birbirimizi sevmeden ve gönülleri fethetmeden, yalnızca sözden öteye geçemeyecek sanırım.