Dürüstlükten Ne Anlamalı
Hz. Ömer(ra)‘in halife olduğu yıllardır. Devlet başkanı olarak, peygamber mescidinde kendisini dinlemeye gelenlere konuşmak için kürsüye çıkmıştır. Konuşmasına ”Ey Müslümanlar beni dinleyiniz” diye başladığında, orada bulunanlardan biri ayağa kalkar ve “Ya Ömer, seni dinlememiz için önce üzerindeki elbisenin açıklamasını bize yapman lazım. Çünkü en son ganimet olarak dağıtılan kumaştan herkese yarım elbiselik kumaş düşerken, görüyorum ki sizin üzerinizde aynı kumaştan bir elbise var” der.
Devlet başkanı olan Hz. Ömer, bu soru üzerine aralarında bulunmakta olan oğlu Abdullah’a ”Oğlum, bu elbiseyi nasıl edindiğimi açıkla” der. Abdullah ayağa kalkar ve adama dönerek der ki, “Evet, doğru söylüyorsun hepimize yarım elbiselik kumaş düşmüştü, fakat ben hissemi babama verdim ve O da kendi hissesi ile birleştirerek üzerindeki elbiseyi yaptırdı” deyince adam, “ Tamam, şimdi konuşabilirsin seni bundan sonra dinleriz” der.
İşte devlet hoşgörüsünün, hesap verebilmenin, insanları ikna etmenin, kul hakkını gözetmenin, halkının emanetini korumanın ve dürüstlüğün en güzel ifadesi bu örnek olsa gerek. O Ömer ki, Müslüman olmadan önce sertliğin, öfkenin ve karşısında söz edilemeyişin tartışılmaz en tanınan kişisiydi. İslam, onu sadece devletin başındaki bir numaralı kişisi değil, hakkaniyetin ve dürüstlüğün de bir numaralı adamı yapmıştı. Öyle ki devletinin hizmetini yaparken yanan mumu, özel işlerini yapacağı zaman söndürüp, kendine ait mumu yakacak kadar titiz davranıyordu.
Oysa tarihin akışından günümüze kadar en çok tartışılan konuların başında, devleti yöneten bazı insanların halkın emaneti olan “Beyt-ül Malı” keyfi kullanmaları olmuştur. Halka gelince, onların art niyetlilerinin de gözü hep devletin imkânlarında olmuştur. Devlet memuriyeti onlar için garantili iş ve nemalanma algısına dönüşmüştür. İşte bu anlayışın sahipleri, devletin imkânlarını halkın refah, huzur ve mutluluğu için kullanmaları gerekirken, kul hakkı diye bir hassasiyetleri olmadığından fırsat buldukça her defasında istismar etmişlerdir.
Günümüzde bazı kişilerin adının karıştığı bir takım haksız ve usulsüz işlerin adı hırsızlık, soygun, peşkeş çekme, zimmetine geçirme gibi kavramlarla ifade edilse de, çoğu zaman bu kavramlar kullanılarak, insanlara iftira atılabilmekte yâda haksız yere suçlanabilmektedir. Oysa toplumda adı henüz konulmamış o kadar çok haksızlıklar var ki, maalesef bunlar insanların hayatında normalleşerek, genel kabule dönüşmüş durumdadır.
Bunların neler olduğunu anlamak için, öncelikle o bildik klasik tanımların dışına çıkmamız gerekmektedir. İşte o pek konuşulmayanlar. Her hangi bir yerde çalışan insanların mesaisine zamanında gelip tam vaktinde ayrılmamasını, devletin imkânlarını şahsi işinde kullanmasını, mesaiye gelmediği halde ücretini almasını, işini hakkıyla yerine getirmemesini, kullandığı sayaçlarda hile yapmasını yâda faturasını ödememesini, vergi kaçırmasını, sahi neyle izah edeceğiz. Bu konuda kimin hangi izahı olursa olsun, fakat bir hakikat var ki, dürüstlük öyle herkesin algısına ve yorumuna bırakılacak sıradan bir kavram olmayıp, bir yaşam biçimidir.