Eğitimdeki Yitiğimiz, Özgüven
On yedi yıllık öğrencilik yıllarından sonra, öğretmenlik hayatımın da yirmi sekiz senesi geride kaldı. Geçen kırk beş yıl içinde öğrenci tanımıyla ilgili pek çok kavramı kullandık. Tembel, çalışkan, haylaz, problemli, çok zeki gibi kavramlarla onlara bir rol verdiğimiz gibi, onların geleceği ile ilgili de yol haritası belirledik. Yani adam olacak çocukla, bir baltaya sap olamaz dediğimiz çocukları derin bilgi ve tecrübemizle adeta ayrıştırdık. Ön sırada oturanı zeki, arka sıradakini ümitsiz vaka, çok konuşanı geveze, itiraz edene “Sus sen ne anlarsın, ya da benden daha mı iyi bileceksin?” diyerek, kendi dünyalarına hapsettik.
Derslerde anlatılanları en iyi anlayan, en yüksek notu alan, dönem sonu derece yapan ve mezun olurken de hedeflenen akademik başarıyı yakalayıp, yüksek puanlı bir okul kazananın en iyi öğrenci olduğu kanaatini öğretmeninden, velisine ve okul idarecilerine kadar ortak bir algıya dönüştürdük. Öğrencilerimizi daha ana sınıfından başlayarak, okulla yetinmeyip özel ders ve sınavlarla çocukluğunun doğal reflekslerini dahi hiç yaşatmadan hedeflenen akademik başarıyı yakalaması için programladık. Önemli bir hususu ise, hep es geçtik. Öğrenciliği boyunca tek bir sosyal aktiviteye katılmamış, bir sosyal proje içinde bulunmamış bunun sonucu olarak da iki cümleyi arka arkaya kuramayan, kendini ifade edemeyen, iletişim becerisi zayıf, özgüven kazanamayan binlerce öğrenciyi de okullardan mezun ettik ve de etmeye devam ediyoruz.
Öğrencisi için, iyi bir eğitimi yüksek bir not, derece ile okuldan mezuniyet ve sınavlarda ise, başarılı olarak hedeflenen yeri kazanmak olarak gören veliler, öğrencilerinin okuldaki hiçbir sosyal aktiviteye katılmasını istememekte, çünkü bunu yaparsa derslerine engel olacağını düşünmektedir. Öyle yetenekli öğrenciler var ki, kendisini geliştirmesi için ikna ediyorsunuz, bu sefer velisi kabul etmiyor. Onları da sonunda ikna etseniz, bu defa da adeta not pazarlığı yapmaya başlıyorlar. Bu da yetmiyor öğrencisinin notları biraz düşecek olsa, bu seferde siz suçlanmaya başlıyorsunuz.
Nobel ödüllü bilim adamımız Aziz Sancar’ı bir TV programında izlemiştim. Uzun bir programdı ve sonunda öğrenci velilerine tavsiyelerde bulunmuştu. Bu tavsiyeler içinde bir tanesi de öğrencilerin eğitimlerinin mutlaka sosyal bir aktivite ile desteklemesi olmuştu. Tabii ki tavsiyeden ötede öğrencilerimizi geliştirecek, onların kendilerine olan özgüvenini kazandıracak bazı zorunlulukların mutlaka olması gerekmektedir.
Bundan on yıl kadar önce görev yaptığım liseye yurt dışından ilçemize gelen bir eğitmen grubu ziyarete gelmişti. Bu ziyaret esnasında, geldikleri ülkeden yaşayan Türk öğrencilerden üç tanesi mektup yazarak, Türkiye de ziyaret edecekleri bir lisedeki öğrencilere vermelerini isterler. Bu mektupları öğrencilerimize okumuştuk. Kendi ülkelerindeki eğitim uygulamalarından bahsettikleri mektuplarında, bir konu özellikle dikkatimi çekmişti. O da tiyatro dersinin zorunlu dersler arasında olmasıydı.
Mektup yazan öğrenci diyor ki; ” Bizler mezun olmadan önce bir tiyatro oyununu bir grup arkadaşımızla kendimiz yazıp, bunu öğretmenlerimizin nezaretinde arkadaşlarımıza gösteri olarak sunmak zorundayız. Bu dersi almamız bizim okuldan sonraki hayatımızda kendimize olan özgüveni kazanmamızı sağlıyor ve böylece insanlarla sosyal iletişim kurmada pek zorluk çekmiyoruz.”
Özgüven denen olayın öğrencilerimiz için ne kadar önemli olduğunu, iki yıl önce liseyi birincilikle bitiren öğrencimizde yaşamıştık. Yılsonunda mezuniyet programı yapacağız. Okul birincisi olan öğrencimize her yıl olduğu gibi, tüm veli ve iğrenci arkadaşlarının huzurunda çağırıp ödül vereceğiz. Öğrencimizi bir türlü ikna edemiyoruz. Çünkü insanların huzuruna çıkmanın kendisi için mümkün olmadığından bahsediyordu. Israrlı ve güven verici sözlerimizden sonra nihayet gelmeye çalışacağını söylemişti. Ödül verme saati geldiğinde ise, omuzları düşmüş, başı önünde kabahat işlemiş bir çocuk görüntüsünde gelerek ödülünü almıştı.
Bu öğrencimiz başarısı yüksek bir liseden, dört yıl birlikte okudukları arkadaşları arasından sıyrılarak okul birincisi oluyor. Ancak bırakın birkaç cümle konuşmayı, birkaç adım yürüyerek ödülünü almak için gereken özgüveni ortaya koyamıyor. Şu an ülkemizin iyi bir üniversitesinde iyi bir bölüm okuyor. Oradan da mezun olacak. Peki, aynı özgüvensizliği devam ediyorsa, bu öğrencimiz yapacağı mesleğinde ve sosyal hayatta nasıl başarılı olacak dersiniz? Emin olun bu konuda binlerce örnek bulmamız hiç de zor olmayacak. Bu zafiyeti ortadan kaldırmak için, okullarımızda zorunlu uygulamaların bir an önce mutlaka getirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Sonuç olarak başarılı eğitim, başarılı öğretmen ve başarılı öğrenci tanımı yapılırken eğitimdeki bu özgüven konusunun, insan yetiştirilmesinin olmazsa olmazları olarak görülmesi ve bu konuda tedbirler alınması gerektiğine inanıyorum.