Geç Kalmış İtiraflar
Bugün utanarak, sıkılarak söylüyorum. Bana bir davet olmadı. Kimse bana git demedi. Ancak o dönemde oluşturulan baskı atmosferinin etkisi ile korktuğum için gittim. Manevi baskı altındaydım. Gösterebildiğim tek tepki salonda ayak da alkışlamalara katılmamak oldu. Bu sözler Anayasa Mahkemesinin eski bir üyesine ait olup,28 Şubat alt komisyonunda söylenmiş. Son zamanlarda buna benzer şekilde siyaset dünyasından gazetecisine, akademisyenlerden emekli yargı mensuplarına kadar pek çok kişi darbe teşebbüsleri ve e-muhtıralar döneminde yaptıklarından dolayı pişmanlığını ifade eden itiraflarda bulunmaktadırlar. Tabi"i ki böyle olunca insanın aklına haklı olarak şu sorular gelmektedir. Bu itiraflarda bulunanlar acaba ne kadar samimiler? Mahkeme salonlarında ve gazete köşelerinde ya da katıldıkları programlarda yazıp, söylediklerinde acaba günün atmosferinden etkilenmiş veya manevi baskı altında kalmış olabilirler mi? Her halde bize düşen, bu süreçte niyet sorgulamak olmayıp, bekle ve gör anlayışıyla zaman içinde varılacak neticelere bakmak olmalı diye düşünüyorum.
Ülkemiz insanının belli bir kesimine uygulanan baskı, korku ve sindirme anlayışının birçok insanı mağdur ettiğini o günleri yaşayanlarımız gayet iyi bilmektedir. Öyle uygulamalar yapılmıştı ki, devlet kurumlarından atılan insanların bir kısmı günlük hayatında da sıkı takibe alınarak bir yerlerde çalışmaları ya da iş kurmaları engellenmiş böylece mağduriyetin çerçevesi genişletilerek aileleri bile perişan edilmiştir. Şimdi o günlerde yaptıklarından pişman olduğunu söyleyenlerden hiçbiri, acı çekmelerine sebep oldukları bu insanlardan henüz özür dilememişlerdir. Çünkü özür borçlu oldukları insanlar üzerinde oluşturdukları psikolojik baskıyla geniş bir kitle sadece kendilerinin değil, doğacak çocuklarının bile kaygısına düşürülmüşlerdi. Çok uzun yıllar süreceği konuşulan, ezberletilen, zihinlere ve bilinçaltına zorla yerleştirilmeye çalışılan baskıcı anlayış, çoğu insanın beklemediği şekilde gelişerek sona ermiştir. Bu sürecin oluşmasında ise her türlü baskı unsurlarına direnen farklı kesimden fedakâr ve kararlı insanlar olmuştur.
O günlerin gündemini belirleyen kesimlerden bir takım pişmanlık itirafları gelirken, hala bazı yerlerden bu konuda beklenen itirafların gelmemesi, o günkü şartlarda biz ne yapabilirdik ki anlayışını mı göstermektedir? Özellikle temsil ettiği insanların direnen sesi olması gereken sivil toplum kuruluşları göstermeleri gereken dik duruşu ne yazık ki ortaya koyamadıkları gibi, bunun bir özeleştirisini bile yapmamışlardır. Bunun yerine bir takım mazeretlerin arkasına sığınmaları ise asla inandırıcı olmamıştır. Hadi bunları biraz anladık diyelim. Peki, ülkemizin dindar insanlarını temsil eden kesime ne demeli. Birçoğu tedbir adına, ihtiyatlı davranma bahanesine ya da fitne zamanı diye söyleyerek geri adım atmalarını, programlarının bir kısmını kendi tabirlerince derin donduruculara koymalarını nasıl izah edecekler. Kusura bakmasınlar da ödemeleri gereken bedeli çoğu ödememiştir. Onlarında yaptıkları yanlışları itiraf edip, gereken tavrı göstermedikleri için milletimize özür borçları vardır.
Yaşanan bu süreçte öyle hatalar yapıldı ki, birçok insan selamını, kelamını, ibadetini ve dindarlık kimliğini gizleme yolunu tercih ettiler. Bunu yapanların bu gün gelinen noktada çok fazla övünmeye ve mevcut kazanımlara sahip çıkmaya hakları olduğunu düşünmüyorum. Belki de biz bize kaldığımızda bu özeleştiriyi yapıyoruzdur. Ama asıl olan her ortamda ve şartlarda bunu dillendirmek olmalıdır. Birileri beklenen itiraflarda bulunurken, hala susmayı tercih edenler, acaba ne zaman konuşacaklar. Eleştirilmekten ve sorgulanmaktan korkmayalım. Zaten büyük sorguda hepimiz istemesek de konuşmak zorunda kalacağız.