KONUŞARAK KAYBETMEK
Günümüz de insanın vücut sağlığını tehdit eden salgın hastalıklar gibi, insani ve toplumsal iletişimimizi tehdit eden bir hastalık yaygılaşmaya başladı. Adı münakaşa. Muhatabı çok, kazananı yok. Tüm olumsuzluklarını bilmemize rağmen ne yazık ki bundan da bir türlü vazgeçemiyoruz. O zaman neden münakaşa ve nedir münakaşa?
Münakaşa; Çekişmek, tartışmak anlamındadır. Her hangi bir konuda, haklı olduğunu karşı tarafa kabul ettirebilmek için, sert ve öfkeli davranmaktır. Sert ve öfkeli davranan kimse ise kendini kontrol edemez. Kontrol edilemeyen sözler de her zaman risk taşır. Çünkü ağızdan çıkan söz, namludan çıkan bir mermi gibidir. O merminin namluya geri dönmesi nasıl mümkün değilse, ağızdan çıkan söz de geri dönmez. Bu ruh haliyle insan muhatabının doğrularını göremediği gibi, kendi yanlışlarını da savunmaya çalışır. Yapılan her münakaşanın doğru olanı ifade etme ve yanlış olanı gösterme adına yapılmış olduğu söylense de, bunun galibi hiçbir zaman olmamıştır. Aksine her iki tarafta kaybetmiştir. Öyle ki bu durum aralarında husumet olan insanların kin ve nefretlerini arttırırken, birbirine gönül bağı olan insanların sevgi ve saygılarında büyük sarsıntılara sebep olmaktadır. Bunu tecrübe edinmiş olanların Kötülerle münakaşa etme üzerler, iyilerle münakaşa etme küserler. Sözünü çok yerinde bir uyarı olarak almak gerektiğine inanıyorum,
Münakaşalar da çarpışan fikirler değil, insanların nefisleridir. İnsanlarımızın her ortamda, her konuda konuşmak istemesi, kendi düşüncelerinde ısrar etmesi, sözlerinde kaba ve kırıcı olması, muhatabını itham ederek konuşması sonucu, karşı tarafından bunlara cevap verme ihtiyacını doğurmaktadır. Sabırlar ısrarla zorlanmakta, özellikle toplum içinde aşağılanma ve küçük düşürülme ister istemez insanları başta hiç düşünülmeyen bir noktaya getirmektedir. Bu durumda ne yapılabilir? Hz. Ebu Bekir de olsak, bir yere kadar sabrediyor, fakat insan olmanın getirdiği zaaflarımız yüzünden peygamberi tavrı gösteremiyoruz. Tıpkı şu örnek de olduğu gibi.
Allah Resulü (SAV) ashabıyla birlikte otururken, bir adam Hz. Ebu Bekir"e sert ve kaba sözlerle konuşmaya başlar. Ebu Bekir ona karşılık vermez. Bu hal üç defa tekrarlayınca, dayanamaz ve adama cevap vermek ihtiyacı duyar. O konuşmaya başlayınca Allah Resulü hemen ayağa kalkar ve oradan ayrılmak ister. Bunu üzerine Hz. Ebu Bekir(RA):
-Ey Allah"ın Resulü yoksa bana darıldınız mı? diye sorar.
-Hayır, ancak, semadan bir melek inmiş, sana söylenenleri yalanlıyordu. Sen karşılık vermeye başlayınca melek gitti, şeytan gelip oturdu. Bir yere şeytan oturdu mu, ben orada durmam, der. Peki, bizler ne zaman münakaşaları terk ederek şeytanın müdahil olduğu ortamlar oluşturmaktan vazgeçeceğiz. Bu kadar yaşanılan tecrübe ve uyarılara rağmen yaptığımız münakaşalar sonucun da ortaya çıkan tahribattan şikâyet edip birbirimizi suçlamaya hakkımız olabilir mi?
Günümüzde adına beyin fırtınası veya fikir jimnastiği denen programlar yapılmakta, ama çoğu defa konuşmacıların birbirlerine söz yetiştirme yarışından dolayı, birer münakaşaya dönmektedir. Oysa olması gereken insanların karşısındaki konuşmacıyı sonuna kadar sabırla dinlemesidir. Konuşmanız bittiyse ben konuşabilir miyim? Diye nezaketle söz isteyip veya kendisine söz hakkı verilmesini beklemesidir. Sonra da konuşmasına başlaması dinleyenleri ne kadar memnun eder değil mi? Böyle bir programda insan konuşmacıyı ve temsil ettiği fikri yapısını beğenmese de onun bu olgun tavrını şüphesiz takdir edecektir. Ama maalesef öyle programlara şahit oluyoruz ki, biri konuşurken diğerinin araya girmeleri, söz bitmeden onu ağza tıkamalar, konuşmacının ilk kelimesinden anlam çıkarıp sonunu beklemeden müdahale etmeler, iki konuşmacının birlikte konuşması ve dinleyicilere eziyete dönüşmesi kime ne kazandırmaktadır.
Fikir ifade etme anlayışımızı birer ilmi ziyafet ve kişisel nezaket ortamına dönüştüremezsek, evlerimiz de, işyerlerimizde, sosyal hayatta, medyada bitip tükenmeyen münakaşaların devam etmesi ne yazık ki daha uzun süre devam edecektir. Bu konu da bize düşen, dinlemesini ve dinletmesini bilen biri olarak, her yerde ve her ortamda aranılan insan olabilmektir. Ola ki kendimizi istemeden bir münakaşanın içinde bulursak Allah Resulünün şu sözüne uygun hareket edebilmektir:Kim haksız olduğu bir münakaşayı terk ederse, kendisine Cennetin kenarında bir ev kurulur. Haklı olduğu halde bir münakaşayı terk edene de Cennetin ortasında bir ev kurulur.İşte tam burada, sanırım hep birlikte şunu düşünebiliriz!
Kim böyle bir evde yaşamak istemez ki.