SİZ NEREDEYDİNİZ?
Yetmişli yıllar henüz çocukluk çağımızdı. İlk defa duyduğumuz bir takım kavramlarla tanımlanan komşularımız vardı. Büyüklerimiz öyle diyorsa, bize düşen söylenenleri aynen tekrar etmekti. Bunların nedenlerini soramadan ve öğrenemeden yanlış ezberlerle öylece büyütüldük.
Seksenli yıllara yaklaşırken, artık liseliydik ve yaşadığımız şehrin sokak aralarında, bu sefer sağ ve sol görüşlerin insanları olarak ayrılmaya başlandık. Akşam karanlığı çökünce sokaklara, ansızın önümüze çıkan ayrıştırılmış insanların sorgusundan geçmeden, bir yerden bir yere gidemez olmuştuk. Ve 12 Eylül ihtilalının lütfettiği demokrasi denemelerinin yapıldığı yıllarda, üniversiteli olduk.
Doksanlı yıllar, başörtülü öğrencilerin derslere alınmamaya, ikna edemediklerinin ise, okullarından uzaklaştırmaya başlandığı acılarla tarihe geçti. Bunu yetersiz görenler, bizi sahibi olduğumuz ülkede istenmeyen insanlar ilan ederek, gitmemiz gereken adresleri bile gösterdiler. Zoru görünce şapkasını alıp gidenler, “Başörtünüzü alın gidin” diyorlardı.
Aynı yıllarda ayrımcı zihniyetlerin yangın yerine çevirmeye çalıştığı Güneydoğu’ya tayinim çıkmıştı. Ankara’dan ayrılmadan önce arkadaşlarım; “Helalleşelim, belki bir daha seni göremeyiz” derken içime düşen bir korkuyla beni Diyarbakır’a yolcu etmişlerdi. Oysa üç yıl sonra bir başka ayrıştırılmış grupların korkusuyla, sabahları eşimle helallik dileyerek okuluma gitmeye başlamıştım. Ta ki zorunlu hizmeti tamamlayıp, ayrıldığımız güne kadar.
İki binli yıllara doğru iyice ayrıştırıldık ve ötelendik. İçlerinde eşimin de bulunduğu birçok insan ya işinden uzaklaştırıldı ya da severek yaptıkları görevinden istifa etmeye zorlandı. İnandıkları gibi yaşamaya çalışan insanları ”cı ve ci” li kavramlarla her birini olmadık ithamlarla hedefe koydular. Yüreğir ilçesinde bir okulda İlahiyat mezunu idareci olarak görev yapan, birkaç kişiden biriydim. O da, okul müdürünün bana kefil olmasıyla kerhen kabul edilmişti. Öyle ya ben onlara göre o tehlikeli “cı ya da ci” lerden biriydim.
Her dönemin şartları, insanları ve uygulamaları farklı da olsa, aslında zihniyet ve algı olarak hiç de yeni olmayan ayrıştırmaları, orantısız bir şekilde uyguladılar. Terazisi Allah’a ait olmayanların kantarlarında, topuzun sağa ve sola rastgele itilmesiyle nerede durduysa oradan ayrıştırıldık.
Bütün bu acıların yaşandığı yıllarda hiçbir kaybı ve kaygısı olmayanların, bu gün elde edilen tüm bu kazanımları heba edecek hesapların içinde olmalarını hayretler içinde izlemekteyiz. Şu husus bilinmelidir ki, onca mahrumiyet ve dökülen gözyaşını yok sayanları ve kendilerine verilen değeri istismar edenleri emin olun, o acıları yaşayanlar asla unutmayacaklardır. Öyle ya, zaman gizli kalma zamanı deyip, o günlerde hep saklı kaldınız.
Bizler, o yıllarda oraya buraya insafsızca savrulurken, sahi SİZ NEREDEYDİNİZ?