Kabilecilikten Irkçılığa ve Antepten Ötesi
Yazıma Adana da birkaç gün önce yaşanan acı ve düşündürücü bir hadiseyle başlamak istedim. Anladığım kadarıyla kontrol için hastaneye başvuran bir aileye, ikiz bebeklerinden birine Down Sendromu teşhisi konar ve anne karnında gelişiminin durdurulabileceği söylenir. Onlarında isteği üzere bu operasyon yapılır. Fakat iki gün sonra annenin rahatsızlanmasıyla hastanede yapılan müdahale sonucu iki bebek de alınır. Daha üzücü olanı ise, birkaç gün sonra anne de kalp krizi sonucu vefat eder. Neticede bir insanın yaşam hakkı bitirilmek istenirken, iki insanın hayatı da buna bağlı olarak sona erer.
Down Sendromu çocuğu olan imtiyazlı bir baba olarak, bu konuda bir şeyler yazmayı çok isterdim, ama yine basına yansıyan insanların yaşam haklarıyla ilgili bir konuda yazmaya hazırlanırken, bu haber gündeme düşünce birleştirmeye karar verdim. Bu olayı öğrenen ve Adana da yaşayan Down Sendromlu bir genç kızımızın sözlerini şimdilik sizlerle paylaşmakla yetineceğim. Biz doğmadan öldürülmek istemiyoruz. Yaşamak bizim de hakkımız. Hayatımı sonlandırmadığı için anneme teşekkür ediyorum. Onu çok seviyorum. Ailemin desteği ile üniversite bitirdim. Kimse bizim hayatımızı elimizden almasın.
Oysa nice hayatlar tek bir sözle sona erdirildi. Kimi bir neşterle, kimi bir kurşunla, ya da sinsi bir bombayla. Hem de toptancı bir mantıksızlıkla. Tıpkı Kumrular Caddesi bombacısına Antep"ten ötesini affetmeyeceğiz diye emir verilmesi gibi. Bu kin ve nefret ne diye? Nasıl bu hale getirildik. Oysa hiç kimsenin bir başkasının yaşam hakkına son vermeye, dışlamaya, reddetmeye, anne-babasından, ailesinden, soyundan, kabilesinden ve ırkından dolayı kınamaya, tecrit etmeye hakkı olamaz. Çünkü hiç birimize dünyaya gelmeden önce bu konuda ne fikrimiz ne de tercihimiz soruldu. Ama gel gör ki, insanlar tarih boyunca en büyük acıyı bu ayrıştırmadan ve reddetmeden dolayı yaşamıştır.
Peygamberimiz ailenin, soyun, statünün ve kabilecilik anlayışının bir üstünlük olarak değer gördüğü bir toplumda yaşamış ve bu anlayışı ortadan kaldırmak için ömrünün sonuna kadar çalışmıştır. Örneğin Medine de birbirine akraba olan Evs ve Hazreç kabileleri 120 yıl süren kabile savaşları sonunda uğradıkları yıkımlar sonucu bundan kurtulmak için çareler ararken, peygamberimizin gelişi onlar için bir kurtuluş vesilesi olmuştu. Çünkü Allah Teâlâ onlara üstünlük ölçüsünün ne olduğunu şöyle bildirmişti.Ey insanlar biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Ve sizi millet ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız. Muhakkak ki Allah katında en üstün olanınız, en çok takva sahibi olanınızdır. Muhakkak Allah en iyi bilen ve haberdar olandır.(Hucurat/13)
Onlar bu ayet üzere yaşayıp Kuran-i övgüler almışken, Allah resulünden sonra Emeviler"in bu konuda yaptığı yanlış uygulamaların sonucunda, Abbasiler yönetimi ele geçirince hak arayışına girenler, bu soy ve kabilecilik anlayışını o kadar ileri götürmüşlerdir ki, Emevi soyundan bazı kişilerin mezarları açılarak, çıkarılan kemikleri infaz edilmiştir. Kabile ve ırka dayalı hak arama mücadelesi, ne yazık ki bir diğerine zulümden başak bir şey getirmemiştir.
Bu gün ise birileri kalkıp, Antep"ten sonrasını affetmeyeceğiz diye emirler vererek bomba yüklü araçlarla masum insanların yaşam haklarına son verebilmektedirler. Eğer bunun karşılığı da Nur Dağı"ndan (Gavur Dağı) ötesine nefrete dönüşecekse (ki bunun için çok uğraşılmıştır) bu güzelim ülkeye çok yazık olur. Her şeye rağmen bu dram sona ermelidir. Bunun için, oynanan oyunların farkına varıp, ülkemizde farklılıkların bir arada huzur içinde yaşaması adına, Allah Teâlâ"nın Hucurat Suresindeki emrinin çözüm arayanlara en iyi bir referans olacağına inanıyorum.