SIR SAKLAR MISINIZ?
Osmanlı padişahlarından biri düşman üzerine yapacağı sefer hazırlıklarına başlamıştır. Fakat hiç kimse seferin nereye yapılacağı hususunda en ufak bir bilgiye sahip değildir. Herkesin merak ettiği bu konuyu öğrenmek ümidiyle en yakın vezirlerinden biri gelerek, sefer hakkında padişahtan bir şeyler öğrenmek ister. Padişah bakar ki veziri bu konuda çok istekli, ona sır saklayıp saklayamayacağını sorar. Vezir, padişahın ona nihayet bilgi vereceğini düşünerek heyecanla,“ Evet padişahım, ben çok iyi sır saklarım” der. Bunun üzerine padişah vezirine, “ Ben de çok iyi sır saklarım” diye cevap vererek, onun ümidini böylece boşa çıkarır.
Padişah bu kararlı tavrıyla, “İki kişinin bildiği sır değildir” sözünü en iyi şekilde ifade etmenin yanında, “Laf sahibinden yayılır,” diye halk arasında bilinen anlayışın da boş bir söz olmadığını göstermiş olsa gerek. Anlam olarak, sır saklamanın en iyi ifadelerinden birini de Hz. Ali’nin şu sözünde dikkat çekici bir nasihat olarak görebiliriz. ”Söz kişinin ağzında esiridir, kişi ne zamanki onu konuşur, artık o sözün esiri olur” der. Çünkü yaydan çıkan okun geri dönmesi nasıl mümkün değilse, ağızdan çıkan sözde bir daha geri dönmez
İnsanların birbirlerinin kusurlarını konuşmayı ya da duyduklarını bir başkasına taşımayı çok sık yaptığı günümüzde bir kişinin diğerine, ”Bu konuştuğumuz aramızda kalsın, ya da sakın kimse duymasın ” diye temennide bulunması pek çok kimse için, bazı ikinci el cep telefonu satan yerlerin camında yazan, “telefonlar kapıdan çıkana kadar garantilidir” yazısı kadar bir ciddiyet ifade ettiği düşüncesindeyim.
Sır saklamanın bu kadar zor olduğu gerçeğinin yanında, seksenli yıllarda severek dinlediğimiz Mersinli İsmail’in “Nice sırlar gizli kalır, garip olan gönüllerde” türküsünü sanırım aşıkın maşukuna bir türlü söyleyemediği sevgisinin bir tezahürü olarak anlamak gerekir. Bir de insanların bilinmesini istemediği kusurları vardır ki, her halde asıl sır olarak bunların saklanması istenir. Nasıl mı? Sanırım tıpkı şu örnekte olduğu gibi.
Bir davada tanıklık etmesi için, kürsüye yaşlı bir teyze çağrılır. Kadın yerine oturunca, davalının avukatı ona yaklaşır ve Ayşe hanım benim tanıyor musunuz? Diye sorar. Yaşlı kadın, ”Evet seni tanıyorum. Sen yalancı, eşini komşusu ile aldatan, insanların arkasından konuşan ve para kazanmak için herkesi satabilen” birisin der. Adam beklemediği bu sözler karşısında ne yapacağını bilemeden tekrar sorar, “Ayşe Hanım, karşı tarafın avukatını tanıyor musun?
Kadın sakin bir şekil de,“Elbette tanıyorum. Çocukluğunda ona dadılık yapmıştım. Ödlek, tembel ve alkolik biridir. Etrafında tek bir dostu yoktur ve herkes onun hala altına kaçırdığını söylüyor.”Kadının son sözlerinden sonra, salonu bir uğultu kaplar. Hâkim kürsüye vurarak, kalabalığı susturur ve her iki tarafın avukatlarını yanına çağırır. Her ikisine de eğilmelerini söyleyerek kulaklarına fısıldar,” Eğer bu kadına beni tanıyıp tanımadığını sorarsanız, size asla acımam ve ikinizi de harcarım” der.
Bu tavrıyla hâkim acaba hangi sırrının açığa çıkmasından korkmuştur. Sahi, insanlar sizce hangi sırlarını saklar, ya da gerçekten sırlar saklı kalır mı?