Nasıl Bir Allaha İnanıyoruz?
Her insanda mevcut olan Allah algısı bir yaşam biçimi olarak, her zaman onun hayatını şekillendiren temel kıstas olmuştur. Farklı Allah algıları içinde en önemlisi Tevhidi Allah anlayışıdır ki, mutlak teslimiyeti ifade edip, yaratıcıyı yeryüzünün ve göğün tek hâkimimi ve hüküm koyucusu olarak kabul eder. Bunun yanında Allah’ın yeryüzündeki otoritesini kabul etmeyip, O’nu sadece gökyüzüne ait kılan inkârcı bir anlayış vardır ki, tarihsel yönüyle bu anlayışın tepe noktasını Firavunlar ve Nemrutlar temsil etmektedir.
Onlar da kör bir inadın ve enaniyetin esiri olarak insanları mutlak otoriteleri altında tutmaya çalışmışlardır. Allah’la olan savaşlarını ölürken bile devam ettirenler olduğu gibi, Hz. Musa (as) zamanında yaşayan Firavun benzeri, ölmeden önce Allah’ın mutlak güç ve otoritesini kabul edenlerde olsa da bu ikrarları kabul görmemiştir.
İnkâr bir anlamda Allah ile insan ilişkisinin bütün ortak bağlarından bir ayrılış ve uzaklaşmayı ifade ederken, O’na inandığını söylemesine rağmen, Allah ile irtibatını sağlayan bir takım aracılara ihtiyaç duyan insanlar vardır ki, bunların ortak yönleri müşrik bir anlayışı benimsemiş olmalarıdır. Bu insanların tarihsel anlamda en bilinen örneklerini “Cahiliye Dönemi” diye bilinen Allah resulüne savaş açan Mekke dönemi insanlarında görmekteyiz.
Bunlar her ne kadar Allah’a kendilerini yaklaştırdıklarına inandıkları putlarına aşırı tazim gösterseler de, Yemen Kralı Ebrehe Kâbe’yi ve şehirleri Mekke’yi yıkıp yakmaya geldiğinde, hepsi putlarının acziyetini anlayıp, Kâbe’nin örtüsüne tutunarak, aracısız bir şekilde Allah’a dua ettikleri de bilinen tarihi bir gerçektir.
İnsanlarının bu sapkın Allah algılarının belli dönemlerde kişisel ve toplumsal yönüyle ön plana çıkmasına bakıp, sadece geçmiş insanların bir hikâyesi gibi değerlendirmememiz gerektiğini haklı çıkaracak örneklerini de günümüzde çok sık görebilmekteyiz. Bu anlamda kendilerinin din anlayışını ve bunun hayatlarına yansıyan boyutuna hiç kimse söz söylemezken, birilerinin kalkıp Allah’a aracısız ve pazarlıksız inanan insanların O’na olan bağlılık ve teslimiyetlerinden kaynaklanan ibadet amaçlı uygulamalarına, bir takım çirkin benzetme ve kıyaslamalar yapmaları inkârcı anlayışlarının açık bir ifadesi olsa gerek.
Bu insanların doğrudan Allah’ın zatını inkâr etmeyip, inanan insanları rencide edici ve toplumsal infiale sebebiyet veren çıkışlarını, günlerce gündem oluşturarak yazıp, konuşmanın çok gereksiz olduğunu düşünüyorum. Çünkü doğrudan inkâra cesaret edemeyip, bazen münafıkça tavırlar sergileme, bazen de müşrik bir anlayışla Allah’ın insanlara bir imtihan ve arınma amaçlı sorumlu kıldığı ibadetlerine söz söylemeleri onların nasıl bir Allah algısına sahip olduklarının açık bir tezahür olsa gerek. Bunların sanırım ortak yönleri hem Firavun gibi bir imana, hem de müşrikçe bir Allah algısına sahip olmalarıdır.
Tevhid-i anlayış içinde olanları bekleyen en büyük tehlike ise, Allah resulünün bizim adımıza endişe ettiği, “gizli şirk” anlayışı ki, pek çoğumuz bunun farkında bile olamıyoruz.