Niyeti Doğru Yapmak
Benim hayatımın bir dönemi, İslami değerlerden bihaber olarak geçti. O dönemin düşünce ve yaşam algısına, ailemin ve yaşadığım sosyal çevrenin etkisinin büyük olduğunu söyleyebilirim. Onlardan dini kabuller konusunda öğrendiğim bir şeylerin olmasını bırakın, aksine inkâr adına pek çok örnekler bulmanız mümkündür.
Bu yaşam tarzı üniversiteyi bitirene kadar pek değişmeden devam etti. Ailemin isteğiyle baba mesleğini yapmak için, ilgili bölümden mezun olup Adana’ya döndüğümde, artık işim hazırdı ve bir an önce sorumluluk almam gerekiyordu. Böyle olunca da hiç ara vermeden ailemizin iş yerinde çalışmaya başlamıştım.
Çalışmaya başladığım ilk yıl, benim için ikinci bir hayatın başlangıcı olacağını doğrusu aklımın bir köşesinden bile geçirmezdim. Ramazan ayı gelmiş ve iş yerinde çalışan personeller oruç tutmaya başlamışlardı. Ben ise, onların tüm gün aç ve susuz kalmalarının ne kadar anlamsız olduğunu düşünüyor, fakat oruç tutanlara da bir şey söylemiyordum.
Aradan birkaç gün geçmişti ki, “ Madem herkes oruç tutuyor bende bir deneyeyim bakalım, bu oruç nasıl bir şey” diyerek, o akşam bir şeyler yedim ve ertesi gün oruç tutmaya başladım. Fakat daha saat dokuz olmadan, sigara içme isteğim artmış, açlık ve susuzluk kendini hissettirmeye başlamıştı. Bir müddet sonra başım ağrımaya, vücuduma yorgunluk gelmeye başlayınca sinirlerim gerilmiş ve çatacak insan aramaya başlamıştım. Müslümanların geri kalmalarının nedenleri olarak, böyle insana gereksiz şeylerle uğraşmaları olarak düşünüyor ve onlara daha çok kızıyordum. Bunu, insana bir eziyete olarak gördüğümden daha fazla dayanamayıp orucumu bozmuş ve keyifle sigaramı içmiştim.
Ertesi gün, çalıştığım yere bir misafir gelmiş ve onu gören bazı personelim saygıyla ayağa kalkarak kendisini karşılamışlardı. Gelen misafirimizin güler yüzünden ve nazik tavırlarından doğrusu daha ilk anda etkilenmiştim. Onlardan biri, gelen bu kişiyi hocaları olarak tanıtmış ve dini konularda öğrenmek istediği ne varsa ona sorabileceğini söylemişti.
Madem böyle biri yanıma kadar gelmişti, O’na insanların oruç tutarak kendilerini neden sıkıntıya soktuklarını, oruç tutmanın insana eziyet veren bir uygulama olduğunu, kendimce bir takım yorumlar katarak anlatmaya çalışmıştım. Beni sabırla dinledikten sonra, gayet nazik ve yumuşak bir ifadeyle;” ……….Bey anladığım kadarıyla sanırım siz oruca niyet etmemişsiniz” demesi üzerine, “ Olur mu hocam, tıpkı sizlerin yaptığı gibi bende bir şeyler yedikten sonra, niyetimi yaparak oruç tutmaya başladım” diye itirazımı hemen yapmıştım.
Benim bu itirazımı dinledikten sonra, yüzünden eksik etmediği tebessümüyle “Siz niyetinizi tam yapmamışsınız……….Bey! Çünkü niyet demek, insanın beynine ve vücudunun tüm azalarına oruç tutma komutunu vermesi demektir. Şayet siz böyle yapsaydınız orucunuzu bozmak zorunda kalmazdınız” sözüyle başlayan sohbetten sonra, O’nun tanımına uygun tekrar oruç tutmaya karar vermiştim.
Akşamı sabırsızlıkla beklemiş, yatmadan önce yine bir şeyler yedikten sonra, azalarıma bir komutanın askerlerine komut vermesi gibi, “Haberiniz olsun! Yarın oruç tutacağım, bu nedenle akşama kadar hiçbir şey yiyip içmeyeceğim için kendinizi buna hazırlayın” dedikten sonra niyetimi yapıp yatmıştım. Ertesi gün saatler geçiyor ben de ne bir açlık, ne susuzluk nede sigara içme isteği oluyordu. O gün akşama kadar orucumu tutmuş ve hiçbir şekilde ilk oruç tuttuğum sıkıntılarla karşılaşmamıştım. Bu rahatlığın nedenini de sanırım anlamıştım.
Ve diğer günlerde de aynı rahatlıkla orucumu tutarak ayı tamamladım. Ramazan ayından sonrada namazımı kılmaya başlamış ve iki ay sonrada Hac ibadetini eda etmek için yola çıkmıştım. O günden bu yana aradan otuz yıl geçti. Geçen bu süreç içinde ne orucumu ne de namazımı asla aksatmadım ve şimdi aynı hassasiyetle yerine getirmeye devam ediyorum.
Yazının gidişatından hayatından bir anekdot anlatmaya çalıştığım kişi sanki benmişim gibi anlaşılsa da bu kişi, yaklaşık çeyrek asırdır tanıdığım ve kendisine çok değer verdiğim bir gönül insanının, bana anlattığı cahiliye dönemi hayatına ait çok dürüst bir öz eleştiri itirafıdır.
Ben, kendisinden bunları yakın bir zamanda dinlediğimde oldukça etkilendim ve hayatımızda birçok şeyin neden tam anlam bulamadığını düşünmeye başladım. Sanırım da buldum. Arkadaşımım tutmaya çalıştığı ve vazgeçtiği oruç algısının temelinde “Sen niyetini tam yapamamışsın “ sözü var ki, bu anlayışın hayatımızdaki tüm ibadet kavramının en çarpıcı bir ifadesi olduğu kanaatine vardım.
Örneğin, yarım yamalak “Kılayım da üzerimden yükü gitsin” anlayışıyla namaz kılmamızın temelinde işte bu niyet eksikliği olduğundan, namazı neden kıldığımızın ruhen ve bedenen farkında olmayışımız bulunmaktadır. Böyle olunca da namaz biz de olması gereken inkılabı bir türlü gerçekleştirememiştir.
Ya oruç ibadeti anlayışımıza ne demeli. Her Ramazan Ayı’nda oruç tutarız ama dilimizi gıybetten, gözümüzü münker den ve kalbimizi ise, her türlü vesveselerden koruyamadığımızdan tuttuğumuz oruç, peygamberimizin ifadesiyle bizde yorgunluk, açlık ve susuzluktan öte bir etki bırakmamıştır.
Niyetini doğru yapamadığımızdan şuuruna varamadığımız, bu nedenle özünden ve ruhundan kopuk, ibadet amaçlı yapılan pek çok işler ya gösterişe, ya övünmeye ya da uydum herkese anlayışına dönüşmektedir. İşin acı tarafı da ülkemizde vakit namazlarını kılan, Cuma namazını geçirmeyen, oruç tutan, ya da hayır işleriyle uğraşan insanların istatistik değerlerini hesap ederek, halkımızın dini yaşamadaki, diğer adıyla dindarlığı üzerine derin analizler yapmayı bir marifet gibi konuşup yazmaya devam ediyoruz.
Sözün özü olarak şu hususu rahatlıkla ifade edebilirim ki, ibadetlerin olmazsa olmazı olan ve “Ameller niyetlere göredir” hadisiyle de ayrı bir anlam kazanan niyet gerçeğini, peygamberimizin tavsiyesine uygun biz şuurla anlayarak, ibadet amaçlı yaptığımız her işin merkezine gerçek niyetimizi ve samimiyetimizi koymamız gerektiğine inanıyorum.