KAYBOLAN DEĞERLERİMİZ(2): TEVAZU
Bir toplumun huzur ve sükûn içinde hayatını devam ettirebilmesi, o toplumun fertlerinin birbirlerine sevgi, saygı ve kardeşlik duygularıyla sımsıkı bağlanmasıyla mümkündür. İnsanların birbirine karşı kibirli olduğu, herkesin kendini beğenip, başkalarını küçümsediği, sevgi
bağlarının koptuğu bir toplumda huzur bulmak oldukça zordur.
Birey ve toplum olarak, mutlu ve huzurlu yaşamak istiyorsak, kalplerimizdeki, kin, haset, düşmanlık, kıskançlık, kibir gibi kötü huylardan kurtulmalı ve arınmalıyız. Çünkü bu saydığımız ruhi kirlilikle saygı görmemiz ve mutlu olmamız asla mümkün değildir.
Eğer bütün bunlara rağmen tam tersini düşünebiliyorsak emin olunuz ki, çevremizde oldukça fazla sahte yüz ve dalkavuk üretmişiz demektir.
Nasıl saygınlık kazanır ve mutlu oluruz sorusunun cevabını burada bulabilmek için, kaybolan değerlerimiz dediğimiz, bizi insan olmanın zirvelerine taşıyacak olan, tevazu konusunu önemine binaen paylaşmamız gerektiğine inanıyorum.
Tevazuu anlayabilmek için de Allah Resulü ( A.S)"nü bu konuda yeterince tanımamız gerekir kanaatindeyim. Çünkü her konuda olduğu gibi bu hususta O"nu örnek almamız gerektiğini bize Rabbimiz tavsiye ediyor. O"nu hayatımıza katmadan bizlerin başkalarına örnek olması, başka bir tabirle adam gibi adam olması nasıl mümkün olabilir ki?
O yüce insan ,sonsuz bir tevazu ve büyük bir edep sahibiydi. Muhatabına önce kendisi selam verir, büyük küçük kiminle konuşursa, sadece yüzünü değil vücudunu ona döner,el sıkıştığı zaman elini karşısındakinden önce çekmez, sadaka verdiğinde, sadakayı eliyle avucuna kor, bir topluluğa geldiğinde nerede boş yer varsa oraya oturuverirdi. Özel bir
yer aramaz, kimsenin kalkıp yer vermesine müsaade etmezdi. Onu ilk göreni korku alır,fakat görüşüp konuşunca yanından ayrılmak istemezdi. Bir gün huzuruna getirilen bir adamkorkudan titremeye başlar. Bunu gören peygamberimiz Sakin ol, ben bir melik değil, Kureyş"ten kuru et yiyen bir kadının oğluyum buyurmuştur. O zaman kuru et yemek
sade bir hayatın ifadesi olarak görülürdü. Allah resulü bu söze uygun, bu sözün anlam bulduğu bir hayatı ömrünün sonuna kadar sürdürmüş, geçmişiyle yaşadığı günü, asla sorgulatacak ve insanların zihnini karıştırıp, kendisi hakkında tereddüde düşeceği tek bir örnek yaşamamıştır. O kadar tevazu sahibiydi ki Onu ülke dışından ziyarete gelenler, kendi liderleri gibi saraylarda bulacağını düşünürken, zemini toprak, üzeri yaprak duvarı kerpiçten örülmüş bir evde, yerde minder üzerinde otururken buluyorlardı. İşte o zaman
gönül pencereleri sonuna kadar açılıyordu. O, misafirlerine kendisi hizmet eder, söküklerini diker, keçileri sağar, çarşıdan aldığı bir ihtiyacını sahabe ısrar etmesine rağmen kimseye taşıtmaz, evine kadar kendisi taşırdı.Mekke"yi fethettiğinde, şehre girerken, tevazudan boynunu o kadar eğmiştiki, neredeyse başı üzerindeki devenin binitine değecekti.
Eğer tevazu bize de lazımsa, bir gün nerede o eski dostlar diye hayıflanmak istemiyorsak, bu günkü dostlarımızın ve dostluklarımızın kıymetini çok iyi bilmemiz lazım..
Onlar bizden çok şey istemiyorlar. Ne mi? istiyorlar. Öncelikle bulunduğumuz yerden değer kazanmayıp, oraya değer katmamızı istiyorlar. Sosyal münasebetlerimizi ben değil,biz üzerine kurmamızı istiyorlar. Sadece elimizi uzatmayı değil, muhatabımızın yüzüne bakmamızı bir tebessüm etmemizi istiyorlar. Samimi bir ifadeyle hatalarımızı söylenince,
onu yapmada ısrar etmememizi istiyorlar. Bence çok fazla bir şey istemiyorlar.
Kısaca tevazu , adam olmanın ve olgunluğun alameti olan ekin gibi olmaktır.
Ekinler dimdik durduğu halde, olgun başağın boynu eğri, yönü toprağa doğrudur. Toplumda gerçek saygıyı hak edenler işte böyle mütevazı ve alçak gönüllü olanlardır.
Eğer bütün bunların dışında saygı göreceğimizi düşünüyorsak veya bunu hissediyorsak, mevcut durumumuzu kaybettiğimizde, emin olunuz ki, çevremizde çok az insan kalacaktır.
İşte zaman kaybettiğimiz değerleri kazanmamız oldukça zordur. Yok mu bize nasihat eden?