Eğitimde, Göç Gide Gide Düzelmez!
Ülkemizde eğitim üzerine çok şeyler yazıldı ve yazılmaya da devam ediyor. Peygamberimize inen ilk ayetlerden olan “Oku” emrini milat alarak, tüm tarihi süreci bu güne kadar kişisel tercihlerden, toplumsal boyutuna ve devletlerin uygulamasına kadar farklı kişiler tarafından, farklı bakış açılarıyla değerlendirmeler yapıldı ve tavsiyelerde bulunuldu. Bu konuda ciddi araştırmalar yapıldı ve kitaplar yazıldı.
Ülkemizdeki eğitimle ilgili bakanımızdan, okullarımızı yöneten idarecilere kadar bir eğitim ve öğretim zinciri oluşturuldu. Birçok sistem değişikliğine gidildi. Amaç daha iyi bir eğitimi okullarımızda uygulayabilmekti. Bu anlamda milli eğitim bakanları yâda uygulanan sistemler değişti, ancak uygulanan eğitimle ilgili şikâyetler bir türlü bitmedi.
Eğitim uygulamalarına herkes müdahil oldu. Örneğin bir esnafa gidiyorsun iş arasında size eğitimle ilgili değerlendirmeler yapmaya çalışıyor. Ülkemizin en önemli bir konusuna yeterince bilgi ve tecrübesi olmayan herkes karışmaya başlayınca, ne bakan beğenir oldular ne de eğitim sistemi.
Bu konuda benim düşüncem o ki, en iyi ve sağlıklı değerlendirmeyi sahada olan insanlar yaparlar. Bunlarda okulu yöneten idareciler, öğretmenler, hatta okulun her türlü işlerini yapan yardımcı personeller. Öyle ki okulun bahçesini, koridorunu, sınıfını ve tuvaletlerini temizleyen bir yardımcı personel, o okulda öğrencilerin nasıl eğitildiklerine dair bir kanaatte bulunabilir.
Ama bu hizmetlinin ne düşündüğü kimin umurunda? Çünkü bu gün geldiğimiz nokta öğrencilerin eğitiminde tek amacın akademik bir eğitim olmasıdır. Bir başka ifadeyle en iyi not, en iyi okul, en iyi üniversite, en iyi iş ve sonuç olarak yaygın tabirle ayakların üzerinde durabilen bir nesil yetiştirmektir.
Ben otuz yıldır ve yarım asırdır eğitimin sahasındayım. İlk eğitimimizi almaya başladığımda gaz lambasıyla ders çalışırdık. Hem de iyi çalışırdık. Ders çalışmayınca öğretmen bazen parmakları birleştirir ve cetvelle vurur, evde ebeveynimizden de iyi bir azar işitirdik. Ancak hiç birine saygımızı kaybetmez ve onları üzmezdik.
Lise yıllarında da öğretmen ve velimizden dayak ve azar gördük. Her defasında daha çok çalıştık ve hedef büyüttük. Ne psikolojimiz bozuldu ne de isyanları oynadık. Bun günkü kadar şartlar ve imkânlarda yoktu. Ancak öğretmenin ve ebeveynin bir kıymeti ve saygınlığı vardı. Adına isterse korku densin, bizler kıymet bilen vefalı bir nesil olarak yetiştik. Çünkü bizi yetiştirenlerde o anlayışla yetişmişlerdi.
Hatta öğretmen olduğumuz zaman bize yapılan ilk tavsiye, sınıflarda disiplini sağlamamız için ilk derste birkaç öğrenciye bir bahane bularak birkaç tokat atmamızdı. Tabii ki öğrenci ve çocuklarımızı döverek eğitelim anlayışı doğru bir yöntem değil. Ancak bu gün geldiğimiz noktada da uygulanması istenen, uyguladığımız yada uygulamak zorunda kaldığımız yönteminde pek çok yanlışları var.
Okulda idarecinin, sınıfta öğretmenin evde ebeveynin saygısını tekrar kazandırmadığımız sürece eğitim dediğimiz algı, çocuklarımızın sınavlarda daha başarılı olması, daha iyi bir okulda okuması ve bunun sonucunda da iyi bir hayat yaşaması anlayışından öte geçemeyecektir.Öğrencisine kızamayan bir öğretmen, bu konuda veliye hesap vermek zorunda bırakılan bir idareci, çocuğunu kapris, istek ve tehditlerine mahkûm olan bir ebeveyn nasıl iyi bir eğitim verecek ya da nasıl iyi bir evlat yetiştirecek. Lütfen bunları konuşalım artık.
İşte size bu konuda yaşadığım en son iki örnek.
Bu hafta Perşembe Günü veli toplantısı yaptık. 9. Sınıfların tüm öğretmenleri toplantıya katıldı. Bir başka ilde yaşayan ve bu güne kadar öğrencisi ile ilgili bir defa okula gelmeyen bir veli, eğitim sistemini, okulu ve tüm öğretmenlerimizi haksız ifadelerle eleştirmeye çalıştı. Tabii ki gereken cevabı da aldı.Bir gün sonrası ve günlerden Cuma son ders bitti ve öğrenciler evlerine gittiler. Bir öğrencimiz babasını aramak istediğini söyleyerek, cep telefonumu kullanma isteğinde bulundu ve ben de müsaade ettim. Buraya kadar her şey normaldi. Öğrencimiz kendisini almak için okula gelmesi gereken babası gecikmiş olduğu için, onu öyle bir azarlayarak konuştu ki, inanın akıllara ziyan. Konuşması bittiğinde, babasına karşı kullandığı dilin çok yanlış olduğunu söylediğimde, gecikmeyi sık sık yaptığını söyleyerek, babasının bunu (azarlamayı) adeta hak ettiğini, gayet rahat bir şekilde savunmaya çalıştı.
Sahi neler oluyor bize? Annelere, babalara ve çocuklarımıza? Çocuğuna kızınca psikolojisinin bozulmasından korkan, odasının kapısını kilitleyince telaşa düşen, çocuklarının kapris ve tehditleriyle her isteğini yerine getiren, en üzücü olanı da onları dinleyerek okula hesap sormaya gelen ebeveynler neler oluyor size?
Velhasıl, bu kadar saygısızlığın, nankörlüğün ve vefasızlığın yanında hoşgörü, yâda anlayış gösterme düşüncesiyle, bunca ürettiğimiz çaresizlik, arayış ve yetersizlikle sahiden öğrencilerimizin yâda çocuklarımızın geleceğini nasıl inşa edeceğiz?
Eğitimde göç gide gide düzelmiyor.
Lütfen!
Kendimizi tekrar bulacağımız yeni bir şeyler yapalım artık.