Kim Ne Kadar İnandırıcı
Ülkemiz gündemine gelmesinden bu yana üçüncü haftasına geldiğimiz son olaylar hakkında pek çok iddia, önyargı, itham ve karşılıklı suçlamaların yapıldığına hepimiz şahit olmaktayız. Bütün bu söylenenlerin dosya, komplo, darbe ve paralel devlet kavramlarının ötesinde her kesin hassasiyet göstermesi gereken bazı yönleri var ki, bu yazımda bunları sizlerle paylaşmak istedim.
Bundan önceki yazımda birkaç hususa özellikle dikkat edilmesi gerektiğini ifade etmiştim. Bunlardan biri aramızdaki kardeşlik hukukunun korunması, bir diğeri de kul hakkının gözetilmesi hakkındaydı. Ama üzülerek ifade etmeliyim ki, bu konuda vermekte olduğumuz imtihanımız şu an itibariyle hiç de iç açıcı bir durumda gözükmüyor sanırım.
Evet, ülkemizde her olayın siyasi, ideolojik, hukuki ve insani boyutu kadar bir de inancımızdan kaynaklanan dini bir boyutu var ki, nedense bu konu sürekli es geçiliyor. Birileri duyduğu, gördüğü ve bilgisine ulaştığı her konuya kendi referansları boyutundan bakabilir. Ancak, farklı yerde olmak, farklı düşünmek ve farklı bilgi kaynaklarına sahip olmak bizleri ortak referanslarımızdan bu kadar bihaber kılmaması gerekirdi.
Bu sancılı günleri yaşarken hangi kaygıları ve korkuları yaşarsak yaşayalım, dürüstlüğü ve hakkaniyeti terk etmeyerek, birilerinin hakkımızda vereceği karardan ziyade, ülkemizin selameti ve insanlarımızın huzuru için, vicdanımızın sesine ve Allah’ın hükmüne teslim olmamız gerekirken nelere teslim olduğumuzu bilmem tekrar hatırlatmaya gerek var mı?
Yeri gelmişken konumuzla alakalı tarihi bir örneği burada algılarınıza sunmak istiyorum. Muaviye kendi isteğine göre konuşup, karar verecek insanları huzuruna çağırarak onların görüşlerini almaktaydı. Onlar da Muaviye’nin hoşuna gidecek şekilde cevaplar veriyorlardı. Fakat aralarında bulunan Ahnef İbn-i Kays isimli âlim sessizce konuşulanları dinliyordu. Muaviye “Sen niçin bir şey söylemiyorsun?” diye sorduğun da bu değerli insan “ Biz doğruyu söylemek için senden, yalan söylemek içinde Allah’tan korkarız” demiştir.
Sahiden bu günlerde konuştuğumuz, yazdığımız ya da hoşumuza gitmeyip kızdığımız her konuda hangi korkuları yaşıyoruz acaba? Ne kadar su-i zanlardan, önyargılardan arınıp, dedikodu ve iftiralardan uzak durabiliyoruz. Peygamberimiz (sav) în,” Kişinin her duyduğunu söylemesi, günah olarak yeter” sözüne rağmen, ne bulsam da bir başkasıyla paylaşsam algısıyla ispatlanmamış ve nihai karara varılmamış her konuyu kim, nereden ve nasıl almışını araştırmadan ve onun üzerimize yükleyeceği vebali düşünemeden bir başkasına aktarıyoruz.
Hucurat suresi 6. ayette Allah Teâlâ; “ Eğer bir fasık size bir haber getirirse, o haberin doğru olup olmadığını araştırın, aksi halde bilmeden bir topluluğa kötülük edersinizde, sonra yaptığınıza pişman olursunuz” buyururken, yine aynı surenin 12. ayetinde Rabbimizin “Ey iman edenler zannın çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?....” uyarılarına neden bu kadar kör ve sağır kalıyoruz.
Birileri diyebilir ki, olan şeyleri konuşuyoruz bun da ne var ki? Evet, bir sahabe de peygamberimize benzerini sormuştu da, Allah resulü; “ Zaten olan bir şeyi kişinin arkasından konuşmak gıybettir, olmayana da iftira denir” buyurmuşlardır.
Sahi bizler bu uyarıların neresindeyiz?