ZAVALLI ADAM
Üniversitede okurken öğrencilerin müdavimi olduğu bir lokantanın camında şöyle bir yazı vardı, “Memnuniyetinizi dostlarınıza, şikâyetinizi bize bildirin.” Bu sözü hem ticari hem de ahlaki anlamda değerlendirmek mümkündür. Ancak ben ahlaki yönünden bakarak, buradan bir yere gelmek ve toplumsal bir hastalığımıza biraz dokunmak istiyorum.
Lokanta sahibinin müşteri memnuniyetsizliğini kendilerine bizatihi yapılmasını istemelerinin en anlaşılır nedeni, insanların gıyabi olarak aleyhlerinde konuşarak dedikodularını yapma yerine, gördükleri eksik ve kusurları doğrudan iletmeleri ki, bunun anlamı biz eleştiriye açığız demektir.Oysa ülkemizde pek çok insan, eleştirilmeyi hiç sevmezler. Hatta bazıları eleştirilmeye tahammül göstermeyerek, dostlarının dahi hiç tereddüt etmeden kalplerini kırabilirler. Böyle olunca da,en sevdiğimiz insanların bile hatalarını çoğu kez kendilerine söylemekten hep imtina ederiz.
Bazen de eleştirdiği kişinin üzüleceği kaygısından ya da yapacağı eleştiriden dolayı bundan zarar göreceği endişesiyle, insanlara karşı açık sözlü davranmaya bir türlü yaklaşmayız. Böyle oluncada eleştirinin olmadığı yerlerde yanlışları istemeden kabul eden, itiraz etmeden her emri yerine getiren, yaptıklarıyla sorgulanamayan ya da emri altındakilere tepeden bakan insan örnekleriyle çok sık karşılaşırız. Bazı İslami hizmetlerde ise, eleştirmeyi fitne çıkarma olarak kabul ettiklerinden buna asla müsaade etmezler. Yıllar önce, pek çok insanın yanlış olarak gördüğü fakat bunu söyleyemediği bir konuyu ben cemaat liderine söylediğimde, hakarete uğrayarak kapı dışarı edilmiştim. Bu da benim için çok üzücü bir tecrübe olmuştu. Bu olaydan sonra ise, bağımsız ve bağlantısız bir adam olmaya karar vermiştim. Hala öyle kalmaya da devam ediyorum.
Eleştiri konusuyla ilgili çarpıcı olaylar, iz bırakan olumsuz örnekler pek çok insanın geçmişinde mutlaka vardır. Ülkemizde özellikle yönetici konumunda olan bazı insanların eşleştirilememesiyle zaman içinde ona şirin gözükmeye çalışan ya da dalkavukluk yapan pek çok insanın yanında, yöneticilerinde nasıl bir değişime uğradıklarını anlatan Erdal Demirkıran’ın şu örneğini sizlerle paylaşmak istedim ki, maksadımız daha iyi anlaşılmış olsun.
Belediye başkanı olmak en büyük hayaliydi. Gece gündüz çalıştı. Sürekli okudu Kültürlü bir belediye başkanı olacaktı. Zamanının insanlarını hiç beğenmiyordu. Kendini geliştirmek adına pek çok seminere katıldı. Akşamları gitar kursuna, hafta sonları da yabancı dil ve resim kurslarına katıldı. Günlük gazeteleri okumadan uyuduğunu gören pek yoktu.Aradan birkaç yıl geçti. Seçim oldu. Bu entelektüel adam başkan seçildi.
Yıllar sonra hayalindeki koltuğa oturmuştu. Belediyedeki ilk günüydü. Bir tanışma toplantısı tertip etti. O mütevazı üslubuyla; “Arkadaşlar, bu dönem birlikte çalışacağız. Ben tek başıma bir hiçim. Biz bir ekibiz. Örnek bir belediye olacağız. İnsanlar bizi parmağıyla gösterecek”. Dedi. Herkes avuçları patlayıncaya kadar alkışladı bu entelektüel, bu idealist adamı.Bende alkışladım. Biraz sonra çaycı geldi ve “efendim, içmek için ne emredersiniz” dedi.“ Zahmet olacak, çay alayım” dedi genç başkan. Akabinde imar müdürünü odasına çağırdı bizim başkan. İmar müdürü başkanın odasına girerken, ”beni emretmişsiniz efendim ”dedi ve “zatıâlileriniz nasıl emir buyurursa efendim” diyerek, başkanın verdiği görevi yerine getirmek üzere odadan ayrıldı. …gelen emret başkanım dedi. Giden emret başkanım dedi. Uzun sürmedi, başkan kendisinin bir emir makamı olduğunu anladı ve emretmeye başladı.
Bir müddet sonra eski arkadaşımı, başkanı görmek için belediyeye gittim. Dışarıda bekliyordum. Başkanın kapısının önünde tam altı tane görevli vardı. 5- 10 dakika sonra bir zil sesi duyduk. Bir anda herkes yerinden fırlayıp esas duruşa geçti. Başkan dışarı çıktı ve yüksek bir sesle emretti. “Lavaboyu hazırlayın!” Lavabonun da tıpkı bir evrak gibi hazırlanabileceğini o gün öğrendim. Ayaktaki adamlardan en uzun boylu olanı hemen atladı: ”Efendim, lavabo emrettiğiniz şekilde hazır.” Başkan lavaboya yöneldi. Bir dakika sonra bağıra bağıra üzerimize yürüdü.“ Ulan hani bu lavabonun kâğıt havlusu? Adamı deli ediyorsunuz. Bir şeyi elli defa söyletmek hoşunuza mı gidiyor? Dedi ve tekrar odasına geçti. Oturduğum yerden fırladım ve vay be vay be diye diye belediyeden çıktım ve evimin yolunu tuttum.
İki yıl önceki entelektüel adam, asil başkan, yerini saçma sapan bir ukalaya devretmişti. İşte bu adamı bu hale getiren eleştirilmemekten başka bir şey değildi. O artık bir başkandı ve de ne yapıyorsa doğruydu. Artık çırılçıplak da olsa altın kakmalı bir kostümü vardı onun. İşin daha da kötü yanı başkanın bu durumu asla bilemeyecek olmasıydı. Zavallı adam.
Bu başkan hikâyesini okuyanlar, eminim ki buna benzer örneklerini hatırlamışlardır. Eleştirilmemek ya da eleştirememek pek çok şahsiyet problemini ve farklı karakterde insan örneğini de ortaya çıkarmaktadır. Olumlu yönde değişmek ve kendimizi geliştirmek için eleştiriye mutlaka açık olmalıyız. Aksine bu bana göre değildir diyenler ve eleştirilmeye tahammül edemeyenler, kendi akıbetlerini kendileri hazırlarlar. İşte o zaman onlara da “zavallı adam” diyecek birileri mutlaka olacaktır.