Farklılıkları Nasıl Anlamalı
Geçmişin mirasına sımsıkı sarılarak, geleneksel ve kültürel bir din anlayışı oluşturmuşlardı. Ataları aynı, Allah anlayışları aynı, ancak kabile ve putları farklıydı. Her kabile kendi putları aracılığıyla Allah’a dua ediyor ve O’ndan yardım istiyorlardı. Bu Allah algılarından dolayı müşrik bir toplum olmuşlardı.
Allah resulü tevhidi davete uyanları bu müşrik anlayıştan kurtararak, kendilerine şah damarlarından daha yakın olan bir Allah’a inanmayı öğretmişti. Artık Allah’a yaklaşmak, O’ndan bir şey istemek için aracılara ihtiyaçları yoktu.
Allah’a kul olmaya inanmış insanların aralarındaki her türlü makam, sınıf, kabile ve memleket anlayışlarını ortadan kaldırarak onları birbirine kardeş kılmıştı. Çünkü Allah Teâlâ onlara ne cinsiyetlerine ne kabilelerine ne de ırklarına göre değil, tek bir isimle hitap ediyordu. Onların inananlar olarak ortak tek isimleri vardı, o da Müslüman olmaktı.
Bazı zamanlar oluyordu ki, iki kişi arasında bir anlaşmazlık olunca her biri kendi kabilesinin ismiyle birilerini yardıma çağırıyor, haberi alan Allah resulü üzgün bir şekilde yanlarına gelerek,” Siz cahiliye anlayışınızı tekrar geri getirmek mi istiyorsunuz” diyerek onlara kardeş olduklarını hatırlatıyordu.
Kendinden sonra onların ayrılıklarından, hatta şirke düşmelerinden duyduğu endişelerini dile getiriyor ve onları bu hususlarda uyarıyordu. Ne yazık ki, sükûnet ve huzur sadece Hz. Ebu Bekir ve Ömer zamanında yaşanabilmiş, Hz. Osman (ra) şehit edilmesiyle başlayan fitne ve kargaşa ortamı, Hz. Ali (ra) döneminde kanlı savaşlara dönüşmüştü.
Bundan sonraki süreç artık ayrılık ve ayrıştırma zamanıydı. Kendilerini haklı gösterebilmek için ayetler bulunuyor, onlara maksadı aşan yorumlar yapılıyor, Allah resulü adına hadis uydurma anlayışı hızla yayılıyordu. İnsanların isimlerinin önüne ya da arkasına bir takım kavramlar konarak ağır ithamlarda bulunuyorlardı. Hatta Allah resulünün cennetle müjdelenen sadık dostları bile kâfirlik ithamından kurtulamıyorlardı.
Emeviler ve Abbasiler dönemin de fırkalaşmak, gruplaşmak, cemaatleşmek, mezhepleşmek kısaca ayrışmak ve ayrıştırılmak adeta ümmetin alın yazısı haline getirilmişti. Bundan sonra Müslüman olmanın ölçüsünü Allah ve resulü değil, ayrıştırılmış grupların önderleri belirliyorlardı. Ayet ve hadis destekli en üstün lider ve fırka yarışı başlamıştı artık.
Zamanımıza gelindiğinde ayrışmanın belirleyici adı bazen parmaktaki yüzük, sakal ya da bıyık oldu. Zaman geldi, giyilen kıyafet veya bağlı olduğumuz grubun adı oldu. Kimlikteki ismimizle anılmamızın yanında birde o isme eklenen kavramlarla anılmaya başlandık. Birilerinin adamı ya da birilerinin tarafı olduk. Taraf olup da ayrılanların üzerini çizdik.
Sonuç olarak, hiç de istenen bir durum olmasa da mademki bu kadar ayrılıklar oldu, bütün bu farklılıkları hayırda bir yarış algısına dönüştürerek, Allah Teâlâ bizi nasıl isimlendirdiyse o isimle birbirimizi anmalı ve kardeşlik anlayışla birbirimize bakabilmeliyiz.