İnsan Olmak ve İnsanı Anlamak
Allah Teâlâ insanı en mükemmel bir şekilde yarattı ve onu başıboş kendi haline de bırakmadı. İnsana yaratılış gayesinin ne olduğunu öğretirken, özellikle iki hususta onu uyardı. Birincisi İnsanın Allah’a karşı sorumluluklarının ne olduğu, ikinci olarak ise, diğer insanlarla olan sorumluluklarında neye dikkat etmesi gerektiği hususlarıydı. Çünkü insanların hatalarına karşı rahmeti ne kadar geniş olsa da, kendisine karşı işlenen şirk günahını ve kul haklarını af etmeyeceğini bildirmişti. Bunlar içinde şirk imanı bir tercih olurken, kul hakkı ise insanın ahlaki ve evrensel değerlerini ifade etmektedir.
Bu anlamda insanın Allah ile olan durumu hakkında karar vermek, hiç kimsenin tasarrufunda olmadığından kişiler hakkında yapılan her türlü değerlendirmelerin Allah katında hiçbir hükmü yoktur. Fakat insanın yaratılış olarak, doğuştan Allah tarafından kendisine verilen bir takım evrensel hakları vardır ki, bölgesine, ülkesine, ırkına ve din anlayışına bakılarak, onları hiç kimse bundan mahrum edemez. Birileri edilmeye başlandığın da ondan haberi olan herkes, buna karşı birlikte hareket etmek zorundadırlar. Bu insani hak gaspının niteliği ne olursa olsun, tamamının adı zulümdür ve insan olan herkes nerede, kime ve ne şekilde olursa olsun, zulme karşı tavrını ortaya koyma sorumluluğu vardır.
Allah resulü hayatı boyunca “Önce insan” şiarıyla hareket etmiş ve bunun ifadesi olarak da küçük bir çocuktan bir devlet başkanına, yoksul bir insandan servet sahiplerine kadar bir insan olarak, kim olursa olsun gereken değeri vermiştir. İnsanı kâinatın merkezine, Allah’ın kendisine verdiği haklarını da onun hayatının merkezine koymanın anlamı neyse, O bunun en güzel örneğini göstermiştir. Savaşa gönderdiği adamlarına gittikleri yerlerde kadınlara, yaşlılara, çocuklara ve ibadetgâhlarına çekilmiş kişilere asla zarar vermemelerini istemiştir. Bir defasında Mekke’de kıtlık olmuş kendisine yıllarca zulmeden ve sonunda memleketinden ayrılmasına sebep olan bu insanlara, her türlü yardımda bulunmuştu.
Günümüzde çağdaş dünyanın geldiği noktaya baktığımızda İnsanın insana yaptığı zulmü hiçbir hayvan kendi cinsine yapmamaktadır. Eşrefi mahlûk olarak yaratılan insanın bu kadar alçalarak, “Esfel-i Safilin” yani (aşağıların aşağısı) konumuna inmesi, insanlığın ve insan olmanın erdemlerinden ne kadar uzaklaşıldığını gösterir. Batı medeniyeti bu konuda zaten sınıfta kalmıştır. Fakat İslam coğrafyasında sırf insanların ırkına, dinine, ya da mezhebine veya cemaatine bakarak, insanlara konum belirlenmesi, hatta ona yapılan her türlü haksızlık ve zulme göz yumulmasının yanında, buna destek verilmesi, bizim de insani algılarımızın nasıl yerlerde süründüğünün acı bir tablosunu gösterir.
Hangi toplum mühendisinin insanı tanımlama adına fikirlerini kim ne kadar, kendine referans olarak alır bilemem, ama insanı öncelikle şirkten kurtardıktan sonra, yaklaşık dokuz yıl boyunca tek bir ibadetle sorumlu tutmadan ona insani kimliğini, başka bir tanımla adam olmayı öğreten bir medeniyetin temsilcilerinin, iyi bir insan olmadan iyi bir Müslüman olunamayacağını çok iyi bilmeleri gerektiğine inanıyorum.