ONURLU BİR YAŞAM İÇİN
İnsan ilk yaratılışından günümüze kadar onurlu bir hayatın mücadelesini vermiştir. O, kendisine Rabbi tarafından verilen temel insani haklarından asla vazgeçmemiştir. Ne zaman ki, bu haklar insanların ellerinden alınmış, toplum da ayrışmalar, gruplaşmalar ve imtiyazlı kişilerin insanlara tahakkümü başlamıştır. Böyle olunca da Allah Teâlâ, insanların gasp edilen haklarını alıp, gerçek sahiplerine vermek ve bozulan toplum düzenini yeniden inşa etmek için peygamberler göndermiştir. Bu güne kadar da, her yasa koyucu, her sistem ve iktidar sahipleri insanların mevcut haklarını koruma ve onlara yeni bir takım haklar verme iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Ama insanlık tarihi bu iktidar ya da imtiyazlı sınıfların birçoğunun ne yazık ki, insanlara yapılan zulmüne şahit olmuştur. Çağdaş dünyanın değişik yerlerin de, insanların maruz kaldığı bu insanlık dramı hala devam etmektedir. Bu nedenle günümüz insanı, özgürlük, eşitlik ve adalet gibi evrensel değerlere her zamankinden daha çok ihtiyaç duymaktadır.
Kişilerin olmazsa olmazları olan bu değerlerin çağdaş kavram tartışmasını yapmadan, nasıl olması gerektiğini anlamak için, 1400 yıl öncesine bakmak gerektiğine inanıyorum. Çünkü Allah resulünün gönderildiği toplum da o gün ortaya koyduğu değerleri bu gün anlamaya gerçekten çok fazla ihtiyacımız var. Öyle ki, İnsanların eşya gibi alınıp satıldığı, açlığına ve tokluğuna karar verildiği gibi, yaşamına ve ölümüne de karar verildiği bir zaman da Bilal, Habbap ve Zeyd gibi, tüm yaşam hakları ellerinden alınmış birçok kişi, adam yerine konmayı O"nun yanın da bulmuşlardır. Peygamberimiz insanlara değer vermenin nasıl olacağını, en güzel bir şekilde ortaya koyduğu gibi, kendisinden sonra nasıl olması gerektiğini de, tavsiye etmiştir. Buna karşı, kendilerini toplumun seçilmiş değil, seçkinleri gören Ebu Cehil ve Ebu Lehep gibilerin ortaya koyduğu tavır ise, insanların onurlu bir hayatı yaşamasına karşı çıkışı temsil eden bir anlayışın, kıyamete kadar sürecek bir örneği olmuştur ve hala da devam etmektedir. Peki, peygamberimiz ne yapmıştı da, zenginliğin, asaletin, kariyerin, kabileciliğin, bir üstünlük ölçüsü olduğu, fakir, gariban ve yaşadığı hayatta hiçbir güvencesi olmayan kimsesizlerin adam yerine konulmadığı, bu yüzden adına cahiliye denen bir topluma izzet ve şerefli bir şekil de yaşamayı öğretmişti.
Hz. Peygamber İlk tavrını, toplumda hak ve adalet anlayışını yerleştirmek üzerine koymuştur. Bunun için, tüm yaşam hakları gasp edilmiş kişilerle birlikte oturmuş, birlikte yemek yemiş, onlara ismiyle hitap etmiş, güzel lakaplarla çağırmış, en önemlisi ise onları kardeşleri olarak kabul etmiştir. Onları yıllarca ezen ve insanlara tepeden bakanlar, bu durumu bir türlü hazmedememişler ve peygambere; Daha önce bizim emrimizde çalışan kişilerle birlikte mi olacağız? Önce onları etrafından kov, sonra konuşalım. Demişlerdir. Kureyş kabilesinden asil bir kadın hırsızlık yapmıştı da, O"na ceza verilmemesini istemeleri üzerine, Allah resulü; Şayet bu suçu kızım Fatıma işlese, O"nu da cezalandırırım. Diyerek, adaleti uygulama konusundaki, kararlı tavrını göstermiştir. Ashabı aç kaldığı zaman, karınlarına taş bağlarken, O açlıktan dolayı iki tane taş bağlamıştır. O"nu saraylar da bulacağını düşünen yabancı ziyaretçileri, yaşadığı ortamı görünce hayretler için de kalmışlardır.
Netice olarak, eğer bu değerler o günkü şartlarda yaşanmış ve bitmiş olarak görülüyorsa, inanın günümüz insanının, özgürlük, adalet ve eşitlik beklentileri asla bitmeyecektir. Birileri bu ülkede her şeyi kendilerine layık görürken, diğerlerinin aldığı eğitim, yaptığı görev, kullandığı oy, yaşadığı evler, gittiği alış veriş merkezleri, uçakla yolculuk yapması gibi, temel hakları çok görülecek ve onlar aşağılayıcı ifadelere muhatap olmaya devam edeceklerdir.
-Unutmayalım ki, hak ve adalet sadece adalet binaların da aranmaz.-