Çok Okunanlar
Karakter boyutu :  18 Punto16 Punto14 Punto12 Punto
Hüzeyfe FINDIK
Hüzeyfe FINDIK
Kadına şiddetin adını koymak

Dünyanın merkezi neresidir, bunu pek merak eden olmaz. Hatta sorana, Nasrettin Hoca gibi, şu an bulunduğum yer der, inanmayana da ölçmesini söyleyebilirsiniz. Kimileri de buna manevi bir boyut katarak, Kâbe"dir demişlerdir. Ama Kâbe"yi insanın kalbine koyamazsanız, o da dünyanın merkezi olmaz. Eğer manen Kâbe"yi insanın kalbine koyacaksak, o zaman asıl olan, dünyanın merkezine insanı koymamız gerekir kanaatindeyim. Hal böyle olunca da, Rabbimizin doğuştan insana verdiği temel haklarını Onun hayatının merkezine koymak zorundayız. Allah Teâlâ insanı iki farklı cins olarak yarattığın da, onların birbirleriyle olan sosyal ilişkilerini de öğretmiştir. İlk hatalarını, onlar hakkında verdiği ilk hükmünü, kendilerinden sonrakilere de eğitim amaçlı olarak bildirmiştir. Hiç bir zaman onları başıboş bırakmamış, ne zaman neye ihtiyaçları varsa göndermiştir. Bizler insanın doğuştan ona verilen temel ve evrensel haklarının belirlenmesini, insanların ve toplumların keyfiliğine bırakmaya başlayınca, Yaratıcının insana verdiği ve kimseye tasarruf hakkı tanımadığı haklar, O"nun tüm uyarılarına rağmen, onların ellerinden zulüm yoluyla alınmaya başlanmıştır.

 

     Bu konuyla ilgili elbette çok farklı değer ölçüleri ve fikri yapılanmalar olacaktır. Fakat benim bu konudaki kanaatim, belirlediğim başlangıç noktasıyla alakalıdır. Çünkü dünyanın merkezine insanı, onun hayatının merkezine de doğuştan getirdiği temel haklarını koyarsak, insanın kendisine bu haklarını veren Rabbinin tasarruf hakkını da görmemezlikten gelemeyiz. İnsan bu konuda kendini bağımsız ve sorumsuz hissetmeye başlayınca, kendi cinsinden olanlara zulüm de ne yazık ki hayatın bir parçası haline getirilmiştir. Bu zulmün geçmişine ve günümüze baktığımızda en çok mağdur edilenlerin kadınlar olduğunu görürüz. Eğer bu konuda çıkış noktamız yanlış olursa, bırakın olayın kişi, toplum ve kültürel boyutunu, dinin yanlış anlaşılmasıyla din adına da kadına uygulanan her türlü zulüm bitmeyecektir. Biz kadına karşı yapılan zulmün adını ne koyarsak koyalım, bu günkü gündem tanımıyla şiddet olarak tanımladığımız şey, başka bir zaman farklı isimde yine uygulanacaktır.

 

       Ben burada kadına uygulanan şiddetin, tarihi sürecinden bahsetmeyeceğim. Şu kadarını belirtmeliyim ki, Hıristiyan inancının ilk günah anlayışının merkezine kadını koyup, Ona yüzlerce yıl din adına zulmettiğini hepimiz biliyoruz. Son iki yüz yıl da din eksenli kadına bakışı, diğer inanç boyutlarında olduğu gibi, kiliseye ve gökyüzüne hapsetmişlerdir. Ona yaratıcının vermediği hakları verdikleri iddiasıyla da, içini kendileri doldurdukları bir takım kavramlarla şiddet uygulamaya devam etmektedirler. Şunu da özellikle ifade etmeliyim ki, kadına uygulanan şiddeti sadece fiziksel anlam da anlaşılmasını doğru bulmuyorum. Onun tasarrufunda olan ve bir insan olarak toplumdaki kimliğini ve saygınlığını örseleyen her uygulamanın şiddet olarak düşünülmesi gerektiğine inanıyorum. Günümüzde çağdaşlık adına onun erkeklerin tüm manevra alanına çekilmesi, hümanizm adına ona bir takım haklar verilme iddiası, kadını daha fazla istismar etme zemini oluşturmuştur. Kadınların kimlik istismarı sonucu, erkek egemenli bir toplumda, kendi kimliğini koruma adına, feminizm gibi kavramlarla, erkek kadın çatışması oluşturulmuştur. Bütün bunlardan ülkemiz insanlarının bihaber kalması beklenemezdi. Öyle de oldu. Kadına Rabbinin verdiği haklar göz ardı edilerek, birçok konuda fikri bile sorulmadan, toplumdaki statüsü konusunda gündem tartışmaları hiç eksik olmadı.

      Bu gün ülkemizde kadına uygulanan şiddeti tasvip eden insanın olmadığını iddia edebilir miyiz? Kadına uygulanan şiddet anlayışını bu toplumun ne dininde, ne de binlerce yıllık kültüründe bulmak mümkün değildir. Aksine onu yüceltici, onura edici, en önemlisi cenneti onun ayakları altına koyacak, Kuran da bir sureye adını verecek kadar üstün bir konuma getirilmiştir. Eğer bu gün kadın hak ettiği değeri bulamamışsa, bu konuda geçmişteki kadın hakkında oluşturulan yanlış anlayışların, farkına varmadan veya bilerek günümüze taşınmasının etkisi hiç de az değildir. Erkeğin bir adım arkasın da yürütülen, büyüklere saygı adına, kapı eşiğinde hazır olda bekletilen, hayatının en anlamlı günü olan evliliğinin ilk gecesinde, eşinin ona sözünü dinletme adına kediyi bacaklarından ayırtan, yeni bir hayatın ilk gününü mutluluğun miladı olarak değil de, gözü morarmış olarak karşılayan kadının, toplumsal statüsünü biz belirlemedik mi? Kadını erkeğin elinin kiri gören anlayışı, erkeğin eşine ihaneti çapkınlık kabul edip, bir başka erkeğin kız kardeşi, annesi veya eşi olan bir kadının, ruhen ve bedenen kirletilmesinin insafsız mahkûmiyetini kadınlara yüklemedik mi? Eşine ruhi ve bedeni şiddeti uygulayan erkeğin sırtını bizler sıvazlamadık mı? Kazak erkek ya da moda ifadesiyle, taş fırın erkeği kavramı, erkeğin kadına tahakkümünün bir ifadesi değil de nedir? Kadının sırtından sopayı, karnından………(kadınlarımıza olan saygımdan dolayı bu ifadeyi yazmıyorum) eksik etmeyeceksin anlayışının tarihi geçmişine bir araştıralım bakalım, ne kadar eski olduğunu göreceğiz. Nihai olarak, eğer kadına şiddetin bitmesini istiyorsak?

           O zaman, hepimizi samimi olmaya davet ediyorum.

Bu yazı toplam 24724 defa okunmuştur.  
Kalan Karekter Sayısı : 500
Yazarın Diğer yazıları
Sitemizdeki yazı ve resimlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
AmdYazılım
Güneydoğu Haber