Her Eylül ölümdür
Değilmiki, Eylül ardında kamçılı rüzgârlarla gelen bir “ kara habercidir.”
Hece’leri dağıtır harf harf…
Cümleleri parçalar; özne, yüklem, tümleç, fiil…
Eylül, “ en sevimlisi ” cellât taifesinin, en kaçınılmaz, en karşı konulmaz, en onulmazı…
Eylül; kanatmaya, kabuk kavlatmaya deği,l bizatihi yaralamaya, yara açmaya gelir, yaralar…
Eylül, kopacak kıyametin “ sur ” sesi, başlayacak savaşın “ taciz atışıdır.”
Bir romana adını vermiştir de Eylül, bir öyküye adını verememiş, yetimdir.
Eylül; ayrılıkların koynunda büyümüş, ama kimseyi koynuna almamış üvey annedir.
Eylül’ün pudralı yüzüne, savrulan saçlarına bakmayın, aslında; “ölüdür. “
***
Melankoliklik Eylül değil de nedir? Eylül melankolinin hem okyanusu hem limanıdır.
İnsan olacaksa Eylül’de, buhurları sönmemiş aşkların melankolisine düçar olmalıdır.
Burcu melankoli…
Rengi “ Sarı “ ise bir şehrin, adı da Eylül olmalıdır.
Sokaklarında “aşk idamlarının“ boy verdiği, gençlerin başını döndüren, Kırlangıç yürekleri telaşa gark eden Yaz’ın veda busesisidir Eylül.
Eylülde ölmek sıradandır.
Özellikle; ormanda, kırlarda, dağlarda, vadilerde ve yaylalarda…
Eylül, ölmenin has adıdır buralarda.
Asıl şehirde ölenlerin anıt mezarları olmalı Eylül’de.
Eylül, şehrin ortasında, şehir Eylül’ün arkasında…
Ölümle üleşirler hayatın yarısında.
***
Eylül ölümdür.
Eylül ayrılıktır.
Eylül Türbedârdır.
Her ne ki; Eylülsüz kalmıştır.
Bahtiyârdır…
Ölümden gayri her şeyden haberdardır.
Eylül, boğularak ölürken görülen son düş,
Sevgiliye hatıra bırakılan son gülüştür…