İBNİ RÜŞD (Aklın Aklayamadığı Adam)
Batı dünyasında “Averroes” adıyla bilinen İbni Rüşd(asıl adı Ebu Velid Muhammed bin Ahmed bin Muhammed) 1126 yılında Cordoba’da (Kurtuba) doğmuştur. Endülüs medeniyetinin bütün insanlığa ışık olmuş bu seçkin bilim adamı; kelam, fıkıh, matematik, edebiyat, tıp,astronomi, geometri ve felsefe alanlarında ortaya koyduğu görüş ve eserleriyle bugüne kadar süren, haklı bir şöhretin sahibi olmuştur.
Babası Kurtuba kadısıydı, oğlunu da kendisi gibi kadı olacak şekilde yetiştiren babası, ona daha erken yaşlarda ünlü hocalardan fenni ve dini ilimler tahsil ettirdi. Önce kelam ve fıkıh ilimlerini tahsil etti, ardından fizik, tıp, geometri ve astronomi eğitimi aldı. İlim tahsiline başladığı yıllardan itibaren Aristoteles’in fikirlerine ilgi duymaya başladı.
28 yaşına geldiğindeAristoteles’in fikirlerine bağlı olarak ortaya çıkan Peripatetikler’in (Meşşailer) en büyük temsilcisi olarak Endülüs’te Baş Kadı (Kadı Kudat) oldu. Fas’ın Merakeş şehrine yaptığı seyahatten dönüşte“Külliyat” isimli, yüzyıllarca Batı üniversitelerinde tıbbın baş ders kitabı olarak okutulan ünlü kitabını yazdı. Bu kitabında hastalıkların tek tek belirtilerini, tedavi yöntemlerini tarif etti. Hatta hayatında bir kez çiçek hastalığı geçirenin bir daha bu hastalığa yakalanmayacağını detayları ile anlattı. İbni Rüşd hayatı boyunca bilinen 16 tıp kitabı kaleme aldı. Yine onun, gözdeki retina tabakası ve çalışma tarzı hakkındaki açıklamaları oldukça enteresandır. Diyebiliriz ki; tıp tarihinde gözdeki retina tabakasının fonksiyonunu ilk defa ilmi açıdan izah eden âlim İbn-i Rüşd'dür.
Fas hükümdarı Ebu Yakup’un daveti üzerine tekrar Fas’a gittiğinde“İşbili” şehrine kadı oldu. Ayrıca hükümdarın talebi doğrultusunda Aristoteles’in eserlerini inceleme ve tercüme işiyle görevlendirildi. İbni Rüşd; Farabi, Aristoteles, İmam Gazali gibi âlimlerin ve Batılı filozoflarının eserleri üzerinde yoğunlaşmaya başladı. Özellikle Aristoteles’in görüşlerini sıkı bir okuma ve kritik etme ameliyesinden geçirdi, çeşitli şerhler yazdı. Hükümdar Ebu Yakup Yusuf’un vefatından sonra yerine geçen oğlu El Mansur’un zamanında Kadıkudat, yani kadılar Kadısı oldu.
Fakat İbn-i Rüşd’ün muhtelif zamanlarda toplum içerisinde ve eserlerinde dile getirdiği görüşler, tepkilere ve eleştirilere konu oldu. Halkın eleştirileri galeyan boyutuna gelince Kurtuba’da “âlimler meclisi “ toplanarak; görevden alınmasına ve hapsedilmesine karar verdi, gerekçeleri ise onun görüşlerinin İslam düşüncesinden (akaid, kelam) sapmalar içerdiği şeklinde oldu. Daha sonra Kurtuba’ya dönen Ebu Yakub tarafından affedildi, ikram ve iltifatlara mazhar oldu. Buna rağmen hayatının kalan kısmı; mal varlığına da el konulduğu için sıkıntılar, çileler ve inziva içerisinde geçti. Bu parıltılı ve verimli hayat Merakeş’te 1198 yılında son buldu. Önce buraya defnedilen İbni Rüşd’ün naaşı daha sonra Kurtuba’daki aile kabristanına nakledildi.
İbni Rüşd Aristotales’in mantığına büyük kıymet verirdi. Ona göre mantık; tek tek olgulardan ve tikellerden elde ettiğimiz, algılar ve tasarımlardan, akla kadar, tümel gerçeklere doğru yükselmenin temellerini, ilkelerini belirleyen, gösteren bilimdir. İşte bu yüzdenİbni Rüşd, İslam Dünyası’nda Aristotales’in şarihi (açıklayıcısı) olarak da bilinir. İbn Rüşd, Din ile Felsefe’yi aynı kaynaktan beslenen iki ayrı alan olarak görür ve bunları ”sütkardeşe”benzetir.Din vahiy ürünü iken Felsefe insan aklının ürünüdür.Ancak her ikisinin de kaynağı aynı yerdir.Bir ve aynı kaynaktan beslenen Din ile Felsefe iç içe olan hakikatlerdir ve hakikat hakikate ters düşmez, aksine birbirini destekler.Buna rağmen ârızi birtakım sebeplerden dolayı bazı insanlara, Dini nass’larla felsefenin verileri arasında bir uyuşmazlık ve çelişki varmış gibi gözükebilir.Bu durumda yapılması gereken şey, din ile felsefenin uzlaştırılmasıdır. Bu da ancak Dini nass’ların (Kur’an ve Sünnet) te’vil (Yorumlama) edilmesiyle mümkündür.İbn-i Rüşd, her şeyin akıl ile anlaşılabileceğini ileri sürdü. Kur’an ayetlerini,dini bilgileri, kendi akıl ve görüşüne göre izah etmeye kalkıştı. Vahyin kâmil manada, bütün yönleriyle akılla anlaşılacağını iddia etti.
Meşşai felsefenin son temsilcisi ve aynı zamanda İslam dünyasının güçlü filozoflarından biri olan İbn Rüşd, Gazzali’nin yazdığı “Tehafütü’l- Felasife” adlı eserine karşılık olarak;“Tehafütü’t- Tehafüt” adlı eserini yazmıştır.Bu eser, Gazzali’nin İslam Dünyası’nda felsefe ve filozoflara yönelik ortaya koyduğu eleştirilere cevap olarak yazılmanın yanında verimli bir fikri tartışmanın da fitilini ateşlemiştir. Eserinde ortaya koyduğu görüşler Gazzali’nin tezlerini çürütmekten çok uzak kalsa da, Gazzali’nin de eleştirilebileceğini göstermesi açısında önemlidir.Nitekim İbn Rüşd’ün bu eserinden sonra İslam dünyasında “tehafüt geleneği” oluşmuş ve devam etmiştir.
İbni Rüşd daha doğmadan ölen İmam Gazzali; Yunan Felsefecilerin çevirilerinden etkilenen İbni Sina, Farabi gibi filozofların klasik kelam geleneğinin dışında ve karşısında “âlem, yaratılış, tanrı ve zaman” kavramlarının izah çabalarını, çok büyük sapma olarak değerlendirdi. Ve özetle; ”Tanrı’nın hiçbir şeye benzemeyen bir varlık olduğunu özellikle vurguladı. Gazzali’nin yaratma konusundaki en temel argümanı“her hâdisin (sonradan olanın) bir muhdisi (yaratanı) vardır” öncülüne dayanmaktadır. Yaratmanın bir fiil olduğunu düşünen Gazzali, yaratmanın bir oluşu ifade ettiğini, mademki her oluş sonradan meydana gelir, öyleyse âlemin de sonradan yaratılmış olması gerektiği sonucunu çıkararak, bunun tersini düşünmenin mümkün olmadığını iddia etti. Yani ezeli olan, hep var olan bir âlem zaten oluşu ifade etmeyeceğinden, buna yaratma denmesi de doğru değildir. Gazali Allah’ı gerçek varlık diğer varlıkları ise varlıkları Allah’ın sayesinde vücud bulmuş varlıklar olarak görür. Ezeliliği ve sudûru reddeder. Onun vazgeçemeyeceği birinci öncülü zamansal yaratmadır. Ona göre varlık Allah’ın hür iradesiyle var olmuştur. Âlem var olmadan önce varlığı da yokluğu da mümkün olandır. Onun varlığa çıkması için bir belirleyiciye (muraccih) ihtiyaç vardı. Aksi takdirde bu mümkün âlem hep yokluk halinde kalırdı.
Peki, neydi İbni Rüşd’ün bu görüşlere temel eleştirisi;
İbn Rüşd’ün Gazali’ye olan temel eleştirisi, Gazzali’nin, iyi etüd etmeden, önyargılı bir şekilde İslam filozoflarını (İbni Sina, Farabi vs) sert bir dille eleştirmesidir. İbn Rüşd’ün İslam filozoflarına olan temel eleştirisi ise, eski filozofları, özellikle de Aristotales’i iyi anlamadıkları halde Aristo’cu olduklarını iddia etmeleridir. İbn Rüşd’e göre, Aristo iyi anlaşıldığı takdirde aslında onun ilahiyat ile ilgili fikirlerinin Kur’an’la çelişmediği görülecektir; Oysa Farabi ve İbn Sina Aristo’yu iyi anlayamadıkları için, onun görüşleri ile Kur’an arasında bir uygunluk olduğunu gösterme pahasına Aristo’nun görüşlerini tahrif etmişlerdir. Bunun en güzel örneği İbn Rüşd’e göre onların “südûr”teorileridir. İbn Rüşd de İslam filozofları gibi Allah’ın ezeliliği ile âlemin ezeliliğini bir görmemiştir. O da varlık kategorisi olarak zorunlu ile mümkün ayrımını; zaman kategorisi olarak da ezeli – hâdis kavramlarını İslam filozofları gibi kullanmıştır. İslam filozofları bu iki varlık türünün arasını ayırmada oldukça hassas davranmışlar ve ezeli kavramını kullandıkları için din dışı bir alana kaymadıklarını iddia etmişlerdir ki İbn Rüşd de bu düşüncelere katılır. Çünkü onların iddia ettiği gibi İbn Rüşd’e göre de, Allah özü (zat) bakımından zorunlu ve ezeli bir varlık iken, âlem özü bakımından mümkün ve ezeli bir varlıktır.
Özetle Filozoflar ve İbni Rüşd; Tanrının“bilgi sıfatını” ön plana çıkarmalarına karşılık, Gazzali ve kelamcılar“irade sıfatını” ön plana çıkarır.
İslâm âleminden daha çok Avrupa'da meşhur olan İbn-i Rüşd'ün, “Aver-roism” adı verilen felsefi fikirleri uzun müddet devam etmiştir. On sekizinci yüzyılın ortalarından itibaren eski önemini kaybeden fikirleri, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tekrar ilgiyle karşılanmaya başlanmış, hakkında incelemeler yapılarak, eserler Avrupa dillerine tercüme edilmiştir.
Batı dünyasında, bilhassa felsefe sahasında, İbni Rüşd, İbn-i Sina'dan daha çok tanınır.
İbni Rüşd'ü Avrupa'ya ilk tanıtan kişi “Michel Scot” olmuştur.
Roger Bacon “gök ve âlem” hakkındaki yorumlarıyla ruh hakkındaki eserinin 1320'de neşredilişini, devrin en büyük hadisesi olarak değerlendirmektedir.
SONSÖZ: Klasik Akıl mı? Nakil mi? Tartışmalarının en velüd akılcı filozofuna; Doğu’nun değil Batı’nın büyük değer atfetmesinin manidarlığını ve hala bizim coğrafyamızda eserleriyle değil, tek bir eseriyle (Tehafitül Felasife) yâd edilmesinin ibretdarlığını dikkatinize sunmak isterim.