Çok Okunanlar
Karakter boyutu :  18 Punto16 Punto14 Punto12 Punto
Remzi DEMİR
Remzi DEMİR
HAYAT KONTROL EDİLEBİLİR Mİ?
Otobüs yolculuklarının bazen ne kadar rahatsız edici olduğunu bilirsiniz. Bu günlerde o kadar koşturmuştu ki! Yanında büyük bir sırt çantası ve hiç ayırmadığı gitarı ile İstanbul’da yollarda yürümek, trene, otobüse, vapura binmek tam bir eziyetti. Esenler otogarında saat 13.00 Çanakkale otobüsüne ucu ucuna yetişip eşyalarını bagaja vermenin rahatlığıyla 13 numaralı koltuğuna yerleştiğinde artık hiçbir rahatsızlıktan eser yoktu. Otobüs henüz o çirkin, karmaşık otogardan ayrılmamıştı ki derin ve huzurlu bir yorgunlukla dünyanın en rahat yatağına uzanırcasına kendini uykuya bıraktı.
 
Muavinin dürterek seslenmesiyle uyandı. “Gelibolu yolcusu kalmasın!” Geldiğini anlar anlamaz bagajlarını almaya fırladı. Her tarafı tutulmuştu ama hızlıca hareket ederek eşyalarını, gitarını alıp işe yetişmeliydi. Hemen programa çıkması gerekiyordu. Günlerden Cumaydı. Cuma ve Cumartesi burada program yapıyor, söylediği şarkılardan kazandığı para ile hafta içi tekrar İstanbul’a dönüyordu. 
 
Gelibolu limanı hemen şehrin içine giriveren birkaç balık restoranının ve barın bulunduğu, içi balıkçı tekneleriyle dolu şirin bir limandı. Çalıştığı bar iki katlı ve pencerelerinin bir tarafında deniz diğer tarafında liman vardı. Her iki taraftan da denizi ve iç limanın ucunda, kale burcunda bulunan Piri Reis Müzesi’ni de gören ilginç bir mekândı. Yazın, Gelibolu’ya 5-6 km uzaklıkta olan Güneyli’de program yaptığı barda onu dinleyen müşterileri sezonun kapanmasıyla bu barda onu takip etmeye, dinlemeye devam etmişlerdi. Her Cuma ve Cumartesi bu ince uzun bar doluyor, neşeli sohbetler gerçekleşiyor ve duvarlarından limana çekici melodiler yayılıyordu. İnanlar bir mekânı tuttuğu zaman hemen renkleniveriyordu hayat. Simalar çoğalıyor, sosyal hayat hızlanıyor ve cazibe merkezi oluveriyordu. Küçük yerlerde yeni tanışmalar, kaynaşmalar böyle mekânlarda gerçekleşiyor, bütün hafta boyunca da hafta sonu iple çekilir oluyordu.
 
O gün mekânın dolanarak çıkan merdivenlerinden çıkarken henüz ilk dönemece geldiğinde bir şey fark etti.  Ölümüne sessizdi… Henüz barın girişine birkaç metre kalmıştı ama tek bir çıt bile çıkmıyordu. İnsanların konuşmalarından yükselen o tatlı uğultu yoktu. İçini derin bir korku sardı ve biraz daha hızlıca atladı basamakları. Kapıyı açtığında o büyük mekânın bom boş olduğunu gördü. İnsanlar neredeydi ki. Hepsi ölmüş müydü? Loş ışıkları ile ince, uzun ve bom boş bir mekân. En ucunda barda oturan tek bir kişi ve karşısında barmen. Kim bilir nelerden konuşuyorlar. O tek kişi miydi  acaba hayatta kalan, gerçekten yaşayan? Bütün enerjisi bitmişti. Şimdi ne yapacağım sorusunu bile sormaya cesareti yoktu kendisine. Belki uzaylılar indi ve henüz oradaki bütün kalabalığı uzay gemilerine ışınlamışlardı. Bu barda oturan tek kişiye ve barmene de yer kalmamıştı. O yüzden onlar da sessiz, şaşkın ve neler olduğunu anlamaya çalışır gibi öylece kendi başlarına oturuyorlardı orada. Yavaşça bara yaklaştı. Barmen hoş geldin abi; ”patronun babası vefat etti o yüzden iki hafta sonu program yapılmayacak, sana da ulaşamadık (o yıllarda henüz cep telefonu yoktu). Patron istediğin kadar kalabileceğini söyledi, ama program yapılmayacak.” Bunun anlamı elbette iş yoksa para da yoktu. Yine bir sessizlik oldu ve barın loş, soğuk sessizliğine karıştı. Bu çaresiz müzisyenin cevapsız suratında nasıl bir çaresizlik gördüyse barmen “bir bira içer misin” dedi. Kafasını hafifçe salladı barmene ve en yakın masaya yığıldı. Derinlere daldı. Kime ulaşacaktı ki şimdi… Birası geldi ama yudumlamak aklına bile gelmedi. Kafasını kaldırdığında bardaki genç adamın yanında ayakta durduğunu far ketti. “Oturabilir miyim” dedi. Ben seni 3 yıldır dinliyorum, eşimle de senin programında tanıştık geçen yıl dedi. Çanakkale’de TNT bar var. Sahibi Ufuk Abi. Çok iyidir. Ona senden bahsettim. Eğer vaktin varsa gidip tanışalım mı? 
 
Birlikte bardaki bu adamın arabasına bindiler. Arabalı vapur ile 30 dk. içerisinde karşıda, Çanakkale’deydiler. Saat kulesine varmadan solda bulunan TNT eski bir rum evinden dönüştürülmüş bir bardı. Tahta merdivenleri gıcırdadı. Burada da kimse yoktu. Köşede oturmuş iki çift,  hepsi o kadar. Ufuk Bey ciddi bir adamdı. Egosuz, çok laf yerine işe önem veren ve bilinenin aksine mafyavari, hafif sarhoş ve kabadayı tavırlardan uzak bir işletmeciydi. “Senden çok bahsettiler. İstersen çık sahneye birkaç şarkını dinleyelim” dedi. Birazdan Türkiye de gördüğü en düzgün sesleri veren bir cihaza bağladı gitarını. Kimse yoktu. Bu yüzden kendine çaldı en sevdiği şarkıları. Öyle derindi ki duyguları, tekti, bir kendi vardı evrende kendine ulaşabilicek. Henüz beş, altı şarkı söylemişti ki köşelerde oturan iki çiftin öne gelip oturduğunu ve sahnenin önünden geçen yeni dinleyicilerin (müşterilerin) olduğunu gördü. Aslında deneme için çıktığı bu sahnede dört, beş şarkı yeterliydi ama o programına hiç ara vermedi. Kimler bulunmamıştı ki bu sahnede, Cem Baba-Erkin Baba-Yaşar Kurt ve daha ve daha niceleri… Program bittiğinde barda tek bir boş masa kalmamış, bu sakin mekâna sanki uzaylılar diğer bardan aldıkları dinleyicilerin yerine başkalarını bırakmış ve henüz 3 saat önce tamamen yalnız olan müzisyenin başına onlarca dinleyicisi merhaba diyebilmek için toplanmıştı. Tam 7 yıl sürecek bir dostluğun, yeni bir işin ve hayatın başlangıcıydı o gece. 
Yıllar sonra düşündüğümde görüyorum ki hiçbir şey tesadüf değil. Daha da önemlisi; hayat kontrol edilebilir bir şey değil. 
 
Ne kaybet ne de kazan
 
Eğer çözebiliyorsak 
 
Elimizde kalan
 
Bütün mesele ANLAM… 
 
Bu yazı toplam 25518 defa okunmuştur.  
Kalan Karekter Sayısı : 500
Nilgün... / 13 Şubat 2015 Cuma 08:01
Kontrol edilmeye çalıştıkça elimizde kalan zaten bizi mutlu etmiyor...
100 %
Beğendim
Beğenmedim
Yazarın Diğer yazıları
Sitemizdeki yazı ve resimlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
AmdYazılım
Güneydoğu Haber