CAMİLER VE OKULLAR
Çocukluğumdan bu yana ne zaman Toroslara gitme fırsatım olsa her köyünü görmeye çalışırım. Her biri diğerine benzeyen, her birinin ayrıca farklı özellikleri, bazen garip-bazen de şirin isimleri bulunan küçük, dünyanın en güzel köyleri… Seyhan nehrinin kenarında bunlardan birinde doğup, mavi nehrin kenarında, mavi söğüt ağaçlarının altında; köprüler, yollar, evler, şehirler inşa ederek oynamak büyük ayrıcalık.
Eskiden bu köylerde bir cami ve cumhuriyet sonrasında yapılan bir de okul bulunurdu. Ve hatta hemen hemen her köyde ya da yakınında Ermenilerden kalma kilise yıkıntıları, çeşmeler, kiremitten, taştan yapılmış küçük su taşıma kanalları. Dedelerimiz zamanından kalma hikayelerde dinleri farklı olsa bile düğünleri, bayramları, gelenekleri birbirine girmiş örf ve adetleriyle kardeşçe yaşayan toplumlar. Ardından Yemen, Sarıkamış, 1915 kaç kaç hikayeleri. Ermenilerden kalma çeşmenin yanında doğal bir mağara demirci dükkânı ve artık dedemi savaşa göndermek istemeyen annesi son kalan Ermeni bir demirciye meslek sahibi olsun diye çırak veriyor. Mesleği olanlar toplumun ihtiyaçlarını karşılasınlar diye savaşa gitmiyor. Demirciliği öğreniyor, soyadı kanununda soy ismini “Demir” yapıyor.
Sonrasında kurtuluş savaşı yılları… Diğer dedem “Tatıklı İbrahim Dönmez” direnişte yer alıyor, çete başı olarak Adana’nın kurtuluşunu yaşıyor, adını kurtuluş tarihine yazdırıyor. O yıllarda Hocalar aklı selim. Danışılan, yol gösteren, sözü dinlenen. Çünkü; o zamanki alfabe ile okuyup yazabilen, dünyadan haberdar insanlar ve pek çoğunun (dini her şeye alet eden yobazlar dışında-onlardan hala çok var) memleketimizin pek çok yerinde olduğu gibi bu vatanın kurtuluşuna emeği büyük. Kurtuluş savaşından sonra bölgelerde misyoner okulları temizleniyor, köylerde yeni çiçekler açıyor. Bin bir güzel hikayeyle dolu köyünü şenlendiren idealist öğretmen hikayeleri. Her köyde güzel, küçük, şirin okul binaları ve en az da bir öğretmeni oralarda nesiller yetiştiriyor. Bizim köyümüzde de önde gelen ve vasfı ağalıktan muhtarlığa dönüşen büyük dayım Mustafa ve tüm köy birlikte kuruyor okulunu. Çocukluğumdan beri her tuğlasını bildiğim, abilerimin, ablalarımın ve o bölgedeki tüm çocukların hayatında bulunan hikayelerin başladığı yer. Eski karneler; ilkokulda coğrafya-cebir… Hazırladıkları tiyatro oyunlarını çevre köy okullarına giderek sergileyen kara önlüklü, yırtık-lastik çizmeli bakımsız köy çocukları… Büyüyüp en üst makamlara kadar erişebilen (fırsat eşitliği), bu okulda okudu denilen pek çok insan. Sonraki yıllarda bu köylerden kaybolan, şehirleri, ülkemizi yöneten insanlar ve daha nice öğretmen hikayeleri. Babam bu okula gelen tüm öğretmenleri ayrım yapmadan aylarca bazen yıllarca ağırlar, hayatlarını kurmalarına, işlerini yapmalarına yardım ederdi. Okuyan insanlar ayrı bir ağırlanır, saygı gösterilirdi. Amcam; günlük yaşamda dağda, tarlada, bahçede bir problemi çözemediğimizde hayat ve okul başarısı arasında “Hay size başarı belgesi veren öğretmenin…” diyen cümlelerle öğretmenleri sorumlu tutar, kutsal kitabımızda böyle der her şeyden önce okuyun-daha çok öğrenin derdi. Çocukluk yıllarımda her bayram mutlaka babamla Cami’ye gider bayram namazını hoca eşliğinde kılardık. Biraz daha büyüdükçe elbette ki bu iyi eğitilmeyen din adamlarının halka cinsiyet, ırk, örf-adet, yaşam ve din hakkında toplumdan bile geri kalmış söylemlerde bulunmalarını okuyan çocuklar olarak fark etmemiz uzun sürmedi. Babama bunu ilettiğimde hiç itiraz etmedi. Bu din adamlarının ve hatta bazı öğretmenlerin zaman içerisinde bu küçük toplumlarda önderlik vasıflarını yitirip, pek de ağır olarak görmedikleri mesleklerini hobi gibi yapıp nasıl günlük kazanç işlerine yöneldiklerini izledik gençlik yıllarımızda. Bu şu anlama geliyordu; niteliğe ve gelişmeye yönelen ülke düşüşe geçmişti. Her konuda önlemlere, gelişmelere ihtiyaç duyulması çok açık görünen bir şeydi. Peki ne oldu?
Şu son yıllarda fırsat buldukça görmediğim her köyü görmeye çalışmaya devam ediyorum. Geliştirmek bir yana; taşımalı eğitim, boşaltılan müfredat, virane olup ahırlara dönen köy okulları ve köylerden silinen öğretmen hikayeleri. Yine de garip bir şekilde bir değişim var köylerde. Zaman içerisinde nüfusu azalmakla birlikte üç beş haneye kalmış köylerde bir cami yapma furyası hız kesmeden devam ediyor. Her köyde, bazılarında abartısız hane sayısı kadar cami yapılmış ve girişinde yeni bir tane daha yapılıyor… ” Minaremizin yapımına yardımlarınız için 05xxx xxx xx xx”. Her birinde devletin maaşlı bir imamı. Bu arada memleketin abuksubuk yerlerinde (bazı yerlerde etrafında hiç yerleşim yeri yok) dikilmiş pek çok kişinin burada nasıl hayatlar sürüldüğünü bilmediği yalnızca bir umut çaresiz, gariban, yoksul kesimin çocuklarını gönderdiği, tuhaf, yangınlarında yaşamını yitiren çocuklar ve aileleriyle ve hatta sapkınlık haberleriyle gündeme düşen yurt-kurs binaları… 15 Temmuz’dan sonra bunların çoğuna el koyuldu ama ne hizmeti sağlıyorlar ne yetiştiriyorlar? Sorusunun cevabı belli olmasına rağmen faaliyetlerini sürdürüyorlar. Ya açıkta kalan, nitelik sorunlarına rağmen üniversitesini bitirip mesleğini yapmak için atama bekleyen öğretmenler? Lise mezunu imamların ıssız camilerde ezan okuması, üniversite mezunlarımızın kaçak seyyar satıcılık, işçilik-amelelik yapmasından daha mı önemli. Bunca okul kapanmadan, bunca okul imam hatip liselerine dönüşmeden önce okuyan herkes kâfir miydi? Ya da bu okullardan mezun olmayanlar kâfir mi? Dinsiz mi? Ahlaksız mı? Yoksa devletin kanalında dini programlarda kaynanamla evlenmem caiz midir sorusunu soran vatandaş mı? Yoksa bir de bu soruyu ciddiye alıp önemli bir sağlık sorusunu-hastalıkları engelleyecek hijyen kurallarını açıklayan bir doktor edasıyla yanıtlayan; devletin vergileriyle masrafları karşılanan, aldığımız bir sakızdan bile kesilerek ödenek ayrılan devletin kanalına çıkmış din adamı mı? Yakında her birey din adamı olacak. Memleket kutsal yerlerle dolup taşacak. Aydınlandık mı peki? Evet şu ikinci sorudan sonra aydınlanacağız:
Soru: “Telefonun ucunda önemli bir sorusu olan bir bayan vatandaşımız daha var: Hocam hayat nebat meselesi zor durumdayım (kendi kulaklarıma inanamıyorum); kardeşimin ikinci oğluyla kızımı birlikte emzirmiştim. Kardeşimin bir de emzirmediğim büyük oğlu var. Şimdi kızımla birlikte emzirdiğim ikinci oğlu kızımla evlenmek istiyor, caiz midir?
Cevap: “Birlikte emzirdiğiniz oğlu artık kardeştir, evlenemezler. Ama ağabeyi; yani kendi öz ağabeyinizin büyük oğlu, yani kızınızla birlikte emzirmediğiniz oğlu ile evlendirebilirsiniz. Evlilik için emzirme ile aile olunduğundan bu doğru olmaz. Yani evlilik için; emzirme hariç anne-baba ve çocuklar sınıfına girmediği için diğer her kişi (mantık yürütüyorum şu diğer sorusu olan vatandaşın cevabı kaynananla da evlenebilirsin kardeşim gözün aydın) uygundur.” Eh be kardeşim, birinci derece akraba evlilikleri ve sonuçlarını dünyada bilmeyen kaldı mı? Yeryüzünde Adem ve Havva misali bir bu kuzenler mi kaldı insan neslini mecburi sürdürecekler… Bu arada bunların hiç biri şaka değil, isteyen herkes araştırabilir.
Yine de birinci derece akrabaların evlenmesine olumlu yanıt vermediği için (eğer anne kızını ağabeyinin büyük oğluna vermediyse-o iki erkek kardeş de birbirine girmediyse-kendi ve ağabeyi de birbirlerine bu yüzden girmediyse) Hocama ve üstün bilgilerine teşekkür ediyoruz. İnsan neyin kafasını yaşıyor bunlar demekten kendini alamıyor. Bu mudur şu dünyada ulaştığımız aydınlanma mertebesi? Saygılarımla.