EKMEK KAZANININ KAPAĞI
Kozan'da bir Mahalle'deyiz.
Adını soruyoruz aradığımız hastamızın.
Kurum aracımıza merak ile bakıyorlar, gözlerimize ise bomboş.
Tanımıyoruz diyorlar,
Bilmiyoruz.
Nasıl olur ama?
Hemen 2 ev ötede oturuyorlarmış oysa.
Kırık camlarına yırtık bir çarşaf iliştirilmiş pencereler: Koruyorlar babanın ve ailesinin mahremiyetini...
Yerler kara beton, içerisi buz gibi soğuk, her yer yoksulluk.
Bir soba kovası , içinde bir iki parça yakacak: İçini ısıtmaya çalışacaklar babanın ve ailesinin...
Mutfak ta bir leğen içerisinde kuru pirinç, leğenin ortasında bir ekmek kazanı, kapağının boynu bükük, düştü düşecek: Hayatına tutunuyorlar babanın ve ailesinin...
Banyo da eski bir çamaşır makinası, sokaktan toplanmış yastı taşlarla inşa edilmeye çalışılmış bir masanın üzerinde: Taşlar babaya omuz vermişler...
İnşaatlarda, kalıp çakmak için kullanılan tahtalardan derme çatma bir masa daha yapmış baba, üzerinde bir iki yoksulluk daha: Tahtalar ayakta tutmaya çalışıyorlar babayı...
Hastaların olduğu oda da iki kişi yorganları kafalarına çekmiş yatıyorlar,
Hastanın biri, babanın eşi : Yıllardır şizofren.Tedavisi neredeyse imkansız .Ağır bir psikiyatrik hastalığın tüm izleri yüzünde ama en çokta yoksulluğun.
Diğeri kas erimesi olan bir genç kız.
Uyandırıyoruz onu da.
Selamlaşıyoruz.
Baba arkamızdan odaya geliyor.
Bir iki kelam, sonra sessizlik...
Baba iki hastanın bakımı ve hastane işleri için çalışamıyor,
Üretebileceği bir işi yok,
Zaten parası da yok,
Kaymakamlık hastalara maaş veriyor, bununla karınlarını doyuruyorlar, hastane ve ilaç masraflarını karşılıyorlar.
Birlikte çalıştığım hanım arkadaşımın gözlerine bakmayacağım,
Aynada yüzüme de,
Çünkü daha gidecek çok hasta var bugün.
Sonra bir vakit ağlarım ben,
Bu babaya ve ailesine:
Yırtık bir çarşaf,
Kuru bir yakacak,
Bir ekmek kazanı kapağı,
Yastı bir taş,
ya da
inşaat tahtası bile olamadığım için...
Bir de:
Aynı sokakta komşusunun adını bilmeyen taşlar için...