MACERA DOLU AMERİKA
A Memo
Burası New York, Amerika
Evler karıştı bulutlara
Nasıl bir yaşam?
Nasıl bir zaman?
90'lı yıllarda benim gibi 20'li yaşlarında olanlar Rafet El Roman'ın bu şarkısını mutlaka hatırlayacaklardır. Birkaç hafta önce New York şehri sokaklarında dolaşırken bu şarkı takıldı dilime. Bazılarınız biliyor benim macera dolu ABD hikayem 90'lı yıllarda başladı. Sonrasında Türkiye ve ABD arasında bir yaşam kurdum kendime. Şimdilerde yılın büyük bir bölümünü ABD'de geçiriyorum. New York City, Miami Beach ve Los Angeles arasında gidip geliyorum. Burada tabi ki önceliğim ailem, onlarla birlikte olmak beni mutlu ediyor. Sonrasında son girişimim, işim GoGlobal burada. Ama hep daha fazlası var. Ne zaman beynimin yaratıcı tarafı alarm verse, ne zaman doğduğum topraklar bana ihanet etse, hayal kırıklığı ile darma duman olsam 20'li yaşlarımın başında tanıdığım, sonrasında bana kapılarını açan, ailem ve benim için fırsatlar sunan bu topraklar bana ilham veriyor, beni besliyor.
Avrupa'da eğitim almış ve hayatın merkezini Avrupa'nın bir kaç şehrinden ibaret sanan o yıllardaki Esra için kolay bir yolculuk değildi benimki. Önyargılarımdan kurtulmam vakit aldı. Başarının tek bir tarifi olmadığını, paranın başarının sembolü olmadığını, gerçek başarının iç huzur olduğunu ne gariptir ki bu ülkede öğrendim ben. Belki de bu sebepten hiç bir yere tam olarak bağlanmak gelmiyor artık içimden. Kök salmak, yıllanmak bana göre değil. Yenilik seviyorum. Değişimi ve hareketi seviyorum. Farklı kültürler tanımayı ve yerel yaşantılara uyum sağlamayı seviyorum. Biliyorum ki bu bana iyi geliyor, beni geliştiriyor ve her yeni tecrübe ile kendimin daha iyi bir versiyonu oluyorum.
İş hayatımda konfor alanımdan çıkmak ile ilgili bir sıkıntım olmasa da, yaşam için konforu önemsiyorum. Hep önemsedim. Belki de en çok bunun için paraya ihtiyaç duyuyorum. Kendimle başbaşa kaldığımda yaşadığım yerde huzur bulmaya ihtiyaç duyuyorum.
Bunun dışında ideallerimin hiçbiri kendimle ilgili değil aslında, kendimden geriye bırakmak istediklerim ile ilgili.
Kafama koyduklarımı hayata geçirmek için çabalarken kendimle en büyük mücadelem de bu. İş hayatımın önemli bir kısmında hayallerimi ve hedeflerimi gerçekleştirmek için ekipler kurmakta, maddi/manevi destek için kilit kişileri ikna etmekte hiç zorlanmadım. Yine de işler yavaşladığında ya da kriz anlarında liderliğimin sorgulanması hep en büyük hayal kırıklığım oldu. Çalışanlarımın, iş ortaklarımın kayıtsız şartsız, sorgusuz sualsiz hayalimin bir parçası olmalarını umdum. Kimi zaman daha az zorlandım kimi zaman büyük engellerle karşılaştım. Genel anlamda girişimci bir lider olarak söylenmeye, şikayete, tembelliğe ve basiretsizliğe tahammülüm yok.
Bedel ödemeden, yorulmadan, çabalamadan, ter dökmeden hayatın hiçbir alanında başarıya inanmıyorum.
30 seneye yakın kariyerimde ben de zaman zaman büyük bedeller ödedim. Sağlığım bozuldu mesela. Hastane hastane, doktor doktor gezdiğim zamanlar oldu. Herşeyden herkesten kaçmak istediğim zamanlar da oldu. İşte o zaman öğrendim kendime iyi bakmayı, kendimi sevmeyi, takdir etmeyi ve önemsemeyi. Kendi kendime iyi gelmeyi öğrendim.
Sonrasında iş dünyasına dair şunu anladım; başta sizi yok sayarlar, sonra eleştirirler, sonunda hala vazgeçmemişseniz saygı duyarlar.
ABD de olduğum zamanlarda beni beslediğine inandığım için çoğu zaman laptop'umu alıyorum ve kalabalıklara karışıyorum. Her gün farklı bir mekanı o gün için ofise dönüştürmek hoşuma gidiyor. Gözlem yapmayı çok seviyorum. Farklı diller, dinler, ırklardan insanların bu topraklardaki inişli çıkışlı ama her şeye rağmen inançlı ve tutku dolu birlikteliği beni etkiliyor.
Bugünlerde çok tartışılan Amerikan rüyası özünde bir şeylere sahip olmakla ilgili değil, fırsatlara sahip olmakla ilgilidir. Hayatın herkes için daha iyi, daha zengin ve daha dolu olması, her bir birey için yetenek, eğitim ve gelişim ile doğru orantılı fırsatların var olması anlamına gelir. En azından konsept olarak bunu ifade eder. Bana göre bu topraklarda yaşayan insanların sahip çıkmaları gereken en büyük değer de budur.
İşte böyle sevgili okurlarım, böylece geldik bir yazının daha sonuna. Veda öncesinde bugün bu yazıyı yazmak için oturduğum mekanda başıma gelen ilginç bir olayı size aktarmak istiyorum. Tam da yukarıda bahsettiğim gibi kalabalığın içinde yazımla bütünleşip dış dünyadan tamamiyle koptuğum bir anda birisinin yanıma yaklaştığını hissettim. Önce elim içinde cüzdanım ve telefonumun olduğu çantama gitti ister istemez. Sonra baktım çok genç, çok güzel bir yüzün sahibi genç bir kadın bana bir şey anlatmaya çalışıyor. Önce anlayamadım. Tekrar ettirdim. İkinci kez - İzin verirseniz sizin için dua edebilir miyim diye sordu bu genç kadın. Evet tabi dedim. Bu ani tavrı ile beni ürküttüğünü düşünerek açıklama ihtiyacı duymuş olacak ki arkanızdan geçiyordum epey ilerledim sonra bir anda bir şey hissettim, sanki bir güç bana sizi işaret etti ve sizin için dua etmek istiyorum şimdi dedi. Tabi ki dedim şaşkın bir ifade ile. Bir hayaliniz, gerçek olmasını istediğiniz bir şey var mı diye sordu. Ailem, sevdiklerim, kendim ve insanlık için iyilik, sağlık, bolluk ve bereket dedim çok düşünmeden. Sonra o duasını etti ben de onu dinledim. Blogger olduğunu öğrendim. Yine de o kasaya doğru uzaklaşana kadar kucağımda sıkı sıkı tuttuğum çantamı sandalyeye geri bırakamadım. Hatta biraz kendimden utandım. Şimdi gülümsüyorum. Rafet El Roman Macera Dolu Amerika'yı yazarken neler yaşadı bilmiyorum ama ben bir macera daha eklemiş oldum Amerika günlüğüme.
Sevgiyle,sağlıkla kalın.