Çok Okunanlar
Karakter boyutu :  18 Punto16 Punto14 Punto12 Punto
Vedat KAHYALAR
Vedat KAHYALAR
vedatkahyalar@hotmail.com
2025 Aile Yılı: Slogan mı, Gerçekçi Bir Hedef mi?
Türkiye'de 2025 yılı, "Aile Yılı" ilan edildi. Yetkililer, aile kurumunun korunması ve güçlendirilmesi amacıyla çeşitli kampanyalar düzenlemeye hazırlanıyor. Bu kapsamda en çok öne çıkan söylem ise yine 'üç çocuk yapın' çağrısı oldu. Ancak bu çağrı, toplumsal gerçeklerle ne kadar örtüşüyor? 
Ekonomik koşullar, sağlık verileri ve toplumsal eğilimler bu hedefi destekliyor mu? 
Gelin birlikte inceleyelim.
 
Doğurganlık Oranı Düşüyor: Gerçekler Ne Diyor?
 
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, ülkemizde doğurganlık oranı 1,48 seviyesine kadar düşmüş durumda. Nüfusun kendini yenileyebilmesi için gereken oran ise 2,1. Bu tablo, sadece nüfusun azalacağı anlamına gelmiyor; aynı zamanda sosyal güvenlik sisteminden eğitim planlamasına kadar pek çok alanı etkileyecek derin bir dönüşümün habercisi.
 
Üstelik bu yalnızca Türkiye'ye özgü değil. Güney Kore'de bu oran 0,78 ile rekor seviyede düşük. Japonya, İtalya ve Almanya gibi ülkelerde de benzer düşüşler var. Ancak bu ülkeler, düşük doğum oranlarına karşı ekonomik teşvikler, kreş desteği, ücretsiz sağlık hizmetleri ve doğum izinleri gibi politikalarla karşılık veriyor.
 
Türkiye'de ise "üç çocuk" önerisi yapılırken, bu çocukların nasıl, neyle ve hangi şartlarda büyütüleceği sorusu cevapsız bırakılıyor.
 
Ekonomi cesaret kırıcı bir durumda. Gençlerin büyük bölümü evlenmek ya da çocuk sahibi olmak konusunda kararsız. Bunun en önemli nedeni ise ekonomik belirsizlik. 2024 sonu itibariyle;
 
Ortalama ev kiraları 15-25 bin TL bandında.
 
Asgari ücret 22.104. TL. Ülkemizde çalışanların, emeklilerin neredeyse %60 ı bu  civarda ücret aldığı ortada.
 
Bir bebek için ilk yıl gerekli temel ihtiyaçlar (beşik, mama, bez, aşılar, kıyafet vs.) ortalama 80.000-100.000 TL maliyet oluşturuyor.
 
Bu rakamlar gösteriyor ki, sadece bir çocuk sahibi olmak bile ekonomik bir lüks haline gelmiş durumda. Üç çocuk çağrısı ise ekonomik olarak gerçeklikten uzak bir beklentiye dönüşüyor.
 
Doğurganlık fiilen azalıyor.
 
Doğurganlığı azaltan faktörler:
GDO'lu Ürünler: Sessiz ve tehlikeli bir tehdit olarak yaşamımızın içinde yer alıyor.
Bir diğer büyük sorun ise beslenme alışkanlıklarımızın doğurganlık üzerindeki etkileridir.
 
1970?li yıllarda kısırlık oranı yalnızca %2-3 seviyelerindeyken, bugün bu oran %30-35'e kadar çıkmış durumda. Bu artışın en büyük sebeplerinden biri ise GDO?lu ürünler, glikoz, hamur ağırlıklı beslenme ve katkı maddeleriyle dolu modern diyetler.
 
Örneğin: GDO'lu mısır ve soya, birçok işlenmiş gıdanın temel bileşeni olarak sofralarımızda yer alıyor. Hayvan yemlerinde de yoğun olarak kullanılıyor ve dolaylı olarak soframıza geliyor.
 
Yoğun olarak kullanılan plastik şişeler, konserve kutuları, biberonlar, tatlandırıcılar, hazır ve hızlı gıdalar ; hormonal dengeyi bozarak doğurganlığı olumsuz etkileyebiliyor.
 
Endokrin bozucu maddeler (paraben, ftalat, ağır metaller) hem erkeklerde sperm sayısını düşürüyor, hem de kadınlarda yumurtlama düzenini etkiliyor.
 
Bu ürünler sadece bireylerin doğurganlığını değil, gelecek nesillerin genetik yapısını da tehdit ediyor.
 
Glikoz Şurubu: Zehir Gibi Tatlı
 
Türkiye'de market raflarındaki ürünlerin büyük çoğunluğunda nişasta bazlı şeker (NBŞ) yani glikoz-fruktoz şurubu bulunuyor. AB ülkeleri bu maddeyi ciddi şekilde sınırlandırdı; Amerika?da %2'lik bir kotayla kullanılıyor. Ancak Türkiye'de neredeyse her üründe serbestçe yer alıyor.
 
Tatlılar, bisküviler, gazozlar, hatta hamburger köftesi ve ekmeği bile glikoz şurubundan nasibini almış durumda.
 
Bu madde:
 
*Karaciğeri yağlandırıyor,
 
*İnsülin direncini artırıyor,
 
*Obezite ve diyabet riskini yükseltiyor,
 
*Kanser hücrelerinin büyümesini kolaylaştırıyor.
 
Yani adeta kanserin gübresi niteliğinde.
 
Sonuç: 
Aile Yılı mı, Tükeniş Yılları mı?
 
2025'in "Aile Yılı" olarak ilan edilmesi değerli bir girişim olabilir. Ancak üç çocuk söylemi, ekonomik, biyolojik ve sosyal gerçeklikler dikkate alınmadan yapıldığında yalnızca bir slogandan ibaret kalır.
 
Gerçek bir aile politikası;
 
*Güvenli ve sağlıklı gıdaya erişimi,
 
*Gençlere ekonomik destekleri,
 
*Kadın istihdamı ve doğum sonrası hakları,
 
*Ücretsiz kreş ve eğitim olanakları,
 
*Gıda güvenliği ve halk sağlığına dayalı tarım politikalarını
 
bir bütün olarak ele almak zorundadır.
 
Aksi takdirde, bu çağrılar boş umutlar, artan toplumsal baskılar ve hayal kırıklıklarıyla sonuçlanır. Aileyi ayakta tutmak için önce bireylerin yaşam şartlarını onarmak gerekir.
Bu yazı toplam 129 defa okunmuştur.  
Kalan Karekter Sayısı : 500
Yazarın Diğer yazıları
Sitemizdeki yazı ve resimlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
AmdYazılım
Güneydoğu Haber